9 Aralık 2011 Cuma

Yazın Yediğin Hurmalar...


The One I Love by Rosie Thomas on Grooveshark 

Mayıs hem mükemmel hem s.k gibi bir aydı... En son biriyle sarılıp uyuduğumda aylardan mayıstı mesela; en son biriyle seviştiğimde, en son biriyle öpüştüğümde, en son birine aşıkken...

Yazın yediğim hurmalar, kışın g.tümü tırmalıyor hala... Beni bu kadar yaralayan bir sevgili değildi, orası kesin... Ben kendi kendimi yaraladım aslında.

Hazır olmayı beklemek ya da doğru insanı beklemek falan, yalan bu işler; geçin dostlar, NEXT! Korkuyorum aslında sadece. Öyleki, birini sevmek eşittir incinmek olmuş benim için. Kendi kendime denklemler yaratmışım, o denklemlerde boğuyorum kendimi hala.

En çok da gece yatağa uzandığımda koyuyor. Evden işe işten eve bir hayatım varken, sevdiğim insanlara istediğimce vakit ayıramazken; en korunmasız olduğum uyku öncesi anlarımda yanımda beni saracak birini istiyorum ya da birine sarılmak, her ne skimse.

Gel gör ki, bırak bir eşcinseli, en son iş dışında ne zaman yeni biriyle tanıştım hatırlamıyorum. Tanışsam da n’olurdu ki, bendeki hala aynı kendine güvensizlik, aynı korkular...

Bazen bir psikoloğa ihtiyacım varmış gibi geliyor, sonra diyorum ne para dayanır ne zamanım var. Para işi ayrı konu. Aslında kazanıyorum bir şeyler ama yetmiyor. EEEEN eski sevgilim lümpen falan derken haklıydı sanırım; Boğaziçi İşgaline destek verirken kapitalizmi benimsemişim, böyle de mal bir insanım.

Unutmadan, siz siz olun mail atmadan önce REPLY ALL mu diyorsunuz bir kontrol edin. Geçenlerde REPLY ALL dedim ve şirketin yarısından fazlasına mail gitti; unit head, division head falan. Allah benim belamı versin.

Öperims.

PS: Mayıs tam olarak yaz değil farkındayım... Ama sanane kardeşim, hayatımın yazını yaşadım belki ben, SANANE?

---

görsel; ordan burdan arakladım amk.
şarkı: grooveshark; Rosie Thomas - The One I Love

20 Kasım 2011 Pazar

Köprüaltı



New Theory (RAC Mix) by Washed Out on Grooveshark

Bazen düşünüyorum da, her depresif hissettiğimde domuzcuk kumbarama 1 TL atsaydım, şu anda zengin olmuştum.

İçimde bir ergen gökyüzüne doğru haykırıyor:
"Bi baltaya sap, bi s.ke baş olamıyorum!!!"

Bazen siz de yıllardır aynı yerde duruyormuş gibi hissetmiyor musunuz? Nice sular aksa da köprünün altından, aslında başladığınız noktadasınız, falan?

Köprüaltı boy boy... sayın seyirciler.

Saygılar.

---

Görsel: deviantart, Boston: Cedar Line Way by inbrainstorm
Şarkı: grooveshark; Washed Out - New Theory (RAC Mix)

2 Kasım 2011 Çarşamba

Is It McDonalds? CUZ I'M LOVIN' IT!



Kafam bok gibi, g.tüm karpuz gibi sayın seyirciler. Bu arada naber?

Tansiyonumun 160a 110 çıkmasıyla beraber “İYİ MİSİN???” diyerek 5 saniyede karşımda kurdeşen döken doktorum, “Neyim var ki?” deyişimin hemen ardından her çok bilmiş doktorun yaptığı gibi hımmmmmmladı. Hımmmm kötü bir şey. Hımmm kaka. Hımmm s.k gibi bir şey. (yok lan sonuncusu aslında güzel bişey, sen de seviyorsun itiraf et.)

Bu Cuma hiç tanımadığım bir kardiyoloğa, sırf doktora benziyor diye, usulca sokulup MERHABA diyeceğim.

Bana nazar değiyor diyorum inanmıyorsunuz. Yeni EVİMin muhtelif yerlerine astığım nazar boncukları işe yaramayınca cüzdanıma taktığım boncuktan da kayda değer bir fayda görmedim. Yakında bokumda da boncuk bulabilirsiniz, zira g.tüme nazar boncuğu takmayı deneyeceğim.

Her şeyin harika gittiği bir dönemin ardından bir kez daha alaşağı, baş aşağı, dedemin taşşağı in aşşağı.

MERHABA HİPERTANSİYON; MERHABA SANA, MERHABA!!! <3

- -

Görsel: gugılimıcız
Şarkı: grooveshark; Bravery - Believe

26 Eylül 2011 Pazartesi

İstanbul'u Dinliyorum, Metrobüsün Kliması Kapalı...



Yalnızlık güzel şey aslında... Güzel şey yalnızlık. Çünkü bekarlık sultanlık falan hani. Ne bileyim yalnız kalınca pişiyorsun falan ya, hatta kendini daha büyük mutluluklara hazırlıyorsun, kendi özünden göklere yelken açıyorsun, kendini kendinde buluyorsun; şarkılar çok daha gü... mna koim, sik gibi bir şey yalnızlık.

Eski şapşal hallerimi özlüyorum bazen, önüme gelenden hoşlanabilmeyi; bir çift güzel söze tav olabilmeyi, 2. günde “Ben aşık oldum Ayşe/Fatma/Hayriye, haydi çiftetelliye!!” demeyi... Şimdilerde sanki bulunmaz hint kumaşıyım da; armudun sapına, üzümün çöpüne, Adonis kaslı ateşli delikanlının mini-çüküne takıyorum. Sonuncusunu salladım, ama sallamamış da olabilirdim, bunu benden beklerdin itiraf et; şimdi yasla başını degajeme doğru... bebeğim.

“İş hayatı insana kilo aldırıyor” gibi bir cümleyle söze devam ettiğim takdirde ebeme çok güzel iğnelemelerde bulunacağınızı biliyorum; zira farkındayım, lafı döndürüp dolaştırıp kiloya getiriyorum, adeta bir kısır döngüye sokuyorum, kısır demişken geçen Cumartesi jübile niyetine kısır yedim çok güzeldi. Kıssadan hisse fuckyeahyinerejimdeyimcanlar.

Tanıştığım herkesin bana “AYYYY pazarlamaya geçmelisin seennnn!!!” demesi kanıma dokunuyor. Ben o kadar sene boşuna yırttım zaten arka taraflarımı bilgisayar mühendisliği okuyarak. Ben iyiyim iyi. Kısmetse bi gün pazarlama da olur, E5te olmadığı sürece her şey makul.

Bu post vesilesiyle, GTA oynuyormuşçasına otobüs kullanan asabi servis şoförümüzün bacağına işemek istediğimi hepinize bildiririm.

Gömüşürüz.

- - -

Görsel: Yeminle hatırlamıyorum; bir ara bilgisayara kaydetmişim. PARDON.
Şarkı: grooveshark; Johan - Oceans (readerda şarkılar görünmüyor, youtube klibi burada!!!)

27 Ağustos 2011 Cumartesi

- - and 100 Sevap Points go to...



Hola, ¿que tal?

Dil konusundaki ayran gönüllülüğüme Almanca’dan sonra İspanyolca ile devam ediyorum. Cem Yılmaz bir konuda haklıymış, Almanca gerçekten çok kaba, üstelik tüm Hanslar çirkin... bence.

Allah (cCc) biliyor ki, hala elime erkek eli değmedi. Seks orucuyla ramazan boyunca kazandığım sevap pointsleri, Kadir gecesi -kadir kıymet bilmeden içkiye yatırdığım paralarla beraber- kaybettim.

İşteki her öğle aramda birilerinin g.tünde, kahve falı bakılması için koşuşturuyor oluşum depresyona mı yoksa "mart ayıma" mı delalettir bilmiyorum; ama falımda çıkan o çocuk bir süre karşıma çıkmayacakmış gibi görünüyor, zira ortada çocuk mocuk görünmüyor. Ama bir gün gelecek Madonna’dan şarkılar söyleyeceğim: “Like a virgin, touched for the very first time.” Bu şarkıyı söylerken iş arkadaşlarımla elele verip damat halayı çekeceğiz. İnanırsak olur bence.

Çocuk demişken, en eski aşkım pılısını pırtısını toplayıp Miami’ye gidiyor. Eski aşkım ise –yine pılısını pırtısını toplayıp- Roma’ya gitti. Anadolu Kapıları Malazgirt savaşı ile açılmış olabilir ama yurtdışına açılan kapı benim size aşık olmamdan geçiyor gençler; bu fırsat kaçmaz!

IKEA kataloğunun evime gelmesiyle beraber yaşadığım coşku, adamların 2.7 metrekarelik mutfağı bana sevdirmesiyle katlanırken, bi s.ke yetecek paramın olmadığı gerçeğini fark etmemle birlikte balon gibi söndü. Geriye sadece ben, elimdeki dergi ve salyalarım kaldı. Salyalarım hala oralarda bir yerde.

Ve son olarak buradan endoskopi için 350 lira isteyen özel hastanelere geliyor: FAKE YOU!!11

Muckuruk.

---

Görsel: deviantart; Bad Religious Acid Trip by neonpaledead
Şarkı: grooveshark; Thunderbird by The Golden Filter (klip için buraya tık)

18 Temmuz 2011 Pazartesi

Kovalanan Kaçar.




İnsanları olduklarından daha değerli kılan; pireyi deve, cüceyi dev, kömürü elmas yapan bizleriz aslında. Bize acı çektirdiklerini söyleyerek suçladıklarımızın ellerine silah veren de bizler değil miyiz, cinayet mahallindeki hem görünen ikinci hem de görünmeyen üçüncü kendimiz değil miyiz?

Bir insan bizden ne kadar uzaksa, o kadar değer kazanıyor. Ulaşılması imkansız olduğunda, gözümüzde tanrı oluyor. Bizse, “sürekli ulaşmaya çalışan insan” olarak; başkalarının gözünde gitgide değersizleşiyoruz; öyle bir an geliyor ki “Neden kimse beni sevmiyor?” diyoruz, dedik, diyeceğiz; “böyle” oldukça, kendi gözümüzde bile değersizleşeceğiz...

Zira hayatta her değer, başkasının gözündeki değer cinsiyle ölçülüyor.

O zaman ne yapmalı? Durmalı. Ulaşmaya çalışmayı bırakmalı. İşte o zaman geri dönüyorlar, kapınızı tıklatıp “Merhaba!” diyorlar... Çünkü egoları artık şişmiyordu, yokluğunuzda küçük deliklerden yavaşça hava kaçırıyordu; indikçe iniyordu... Tıkladığında kapıyı açmayın. Bırakın arasın; cevap vermeyin. Bırakın mektup/mail/mesaj yollasın, SUSUN! Kendiniz için TIP oynayın. Bunca zaman o ulaşılmazdı; şimdi biraz da siz ulaşılmaz olmanın tadını çıkarın.

“Oyuna katıldım.” Amacım geri kazanmak değil, amacım öç almak değil. Artık içimden gelmiyor İtalyanla olmak, düşündüğümde gülümsüyorum; demek ki kızgınlığım da geçti... Biliyorum ki şimdi bana aşık... Bu kadar istediğim, uğruna bu kadar çaba gösterdiğim; iş bulabilsin diye blogtan tanıdıklarıma bile haber saldığım, problemlerinden biraz arınsın, biraz mutlu olsun diye kıçımı yırttığım adam, ben egosunu tatmin etmemeye başladığımda sevdi beni, ben onu mutsuz ederken... Ne yazık.

Hayatta bazı şeylerin merkezinde biz olmalıyız sanırım gerçekten de; her şeyin değil, ama bazı sınırlar olmalı, bilinmeli, yönetilmeli. Verdikçe kaçanlar, aldıkça gelirler. Çünkü hayat hep s.kene güzel.

Ben “seven” tarafım; uğruna her şeyi yapan, çabuk bağlanan, sarılmak isteyen, kollanmak isteyen; hemen tüm sırlarını döken; hemen ilişki moduna geçen... Yani tanrılaştıran, yani ego şişeren, yani kaçıran... hep böyle oldu, ama bundan sonra hep böyle olmayacak.

Biraz kapalı olmak lazım, ilişkilerde basamaklara sahip olmak lazım, o basamakları yavaş yavaş tırmanmak lazım; merkezde kalmak lazım, verdiğimiz miktarı iyi bilmek, aşırı dozdan kaçınmak lazım... İlişkilerde roller başlangıçta verilir; haddi hududu bildirmek lazım. Ama sevmek de lazım. Yoksa neden ilişki kurulsun ki? Sirkülasyon ilişkiyi homojen yapar; sirkülasyonların olmadığı, alanla verenin hep bir olduğu ilişkiler bir s.kime benzemiyor, tecrübeyle sabittir.

Anlayacağınız şimdilerde biraz s.kip, biraz sevmenin yollarını arıyorum; bulursam haber ederim.

- - -

Not: Bir süredir yazmıyorum çünkü artık “Anneeeee, ben kurumsal oldum.” 06.20de kalkıyorum, akşam 18.30’da evde oluyorum; birkaç saat oyalanıp uyuyorum falan. Çok çileli geçmiyor zira geçtiğimiz iki hafta içinde sürekli eğitimdeydim; eğitim sonrası şirkette midye dolma / pasta partileri, haftasonu çıkılan “Kaynaşma Partileri” falan; hayat bana güzel olm. Stajım bitip de full time’a geçtiğimde ebemi itinayla şeyapçaklar gerçi ama olsun; parası SÜPERSONİK olcak.

Mutluyum beybiler, sevgiler!

- - -

Görsel: deviantart; When Nothing Goes Right by aoao2
Şarkı: grooveshark;  Anywhere On This Road  by Lhasa De Sela (Reader'dan okuyorsanız, şarkıyı göremiyorsunuz.)

1 Temmuz 2011 Cuma

Paylaştıkça Çoğalıyorsa, Kendine Saklamanın Ne Faydası Var?



“‘Bir çember çiz...’ diyor bana.

Çiziyorum, ama yarım bırakıyorum nedense. O bir daha istedikçe, ben bir daha gelemiyorum başladığım noktaya. Uç noktaları olmaması gereken bir şeklin hep iki ucu oluyor, o iki uç hiç birleşmiyor, birleştiremiyorum” diyor-d-um.

Hayatı hep bir kısır döngü olmakla suçluyor-d-um. Oysa bize acı verenler, bizi yerimizde tutanlar hep yarım bıraktığımız çemberler, tamamladıklarımız değil. Aslında döngüyü tamamlasak, başladığımız noktaya gelsek; her şey çözülecek, her fırtına dinecek. Döngülerden kaçardım, şimdi döngü olmak istiyorum; işin sırrının başladığın noktaya geldiğinde, başladığındaki sen olmamaktan geçtiğini anladığımdan beri.

İnsanlarla çok kolay iletişim kuruyorum, çok çabuk kaynaşıyorum. Ama ilişkilerimi bitirirken hep çok fevri bir acımasızlıkla hareket ettim. “Hak ettiler!” dedim. Oysa kimin neyi hak edip hak etmediği bana kalmış bir şey değil; çeşit çeşit olduğumuzu fark etmeliyim, hep kazanamayacağımı bilmeliyim, bugüne kadar hep kaybetmiş olsaydım bile, her kaybın beni bir kazanca götürdüğünü görmeliyim.

İlk ayrılığımdan sonra iki sene boyunca çektiğim acı, ayrılıktan uzun zaman sonraki buluşmamda dindi, eğer o acıyı çekmeden onu görseydim, döngü tamamlanmazdı; eğer onu hiç görmeseydim, o hep ulaşılmaz kalırdı.

Bir başkasıyla seneler boyu yaşadığımız onca şeyden sonra, kalbini kırdığım için her gün kendimi suçlayarak edindiğim pişmanlık, göz yaşının hiç de yakışmadığı bir kutlamada ağlayıp özür dilememle geçti. Af dilemeseydim kendimi affedemezdim.

Daniele’yi sahip olduğum tüm hesaplarda engellemiştim; engeli kaldırdıktan sonra bir saat bile geçmeden mailler yağmaya başladı, “Seni hala seviyorum ve bir gün affedeceğimi biliyorum; ama affettiğim zaman bile bir daha sana asla güvenemeyeceğim; güvenin olmadığı yerde ne sevgililik olur, ne arkadaşlık; o yüzden iyi bak kendine; mutlu ol ve öyle kal...” dedim. Eğer veda etmeseydim, hep devam etmek isteyecektim.

Hepsini sevdim, hepsini seviyorum, hepsini seveceğim – ve artık onları sevmem için onların da beni sevmesine gerek olmadığını biliyorum. Nefret bir gün diner, kızgınlık bir gün geçer, pişmanlık bir gün son bulur, aşk bana geldiği yönü değiştirip başkasına akar... ama sevgi hep baki kalır. Geçmişte yaşadığım / yaşattığım kötü şeyler için pişman değilim çünkü bedelini ödedim; geçmişte yaşadığım / yaşattığım güzel şeylere özlem duymuyorum çünkü hepsi için minnettarım ve bedelini severek ödüyorum. Sevgi, en güzel para birimi...

Şimdilerde bir tüy kadar hafifim. 3.11 ile mezun oldum, sanırım bölüm 5.siyim, beni depresyonlara sürükleyen bitirme projem AA geldi, kepimi 6 temmuzda atıp mezun olacağım ama 4 temmuzda, daha mezun olmadan, sene başından beri hedeflediğim ve yapmayı gerçekten istediğim iki işten birine başlıyorum; huzurluyum ve mutluyum. Kendimde hala hoşuma gitmeyen şeyler yok mu? Tabii ki var, mesela gardırobum ve bu dönemde edindiğim kilolarım; ama bunların hepsi değişir/geçer/gider - hem sevecek olan varsa beni, göbeğim varken de sever.

Aslında agnostik sayılırım ama hayatım güzel bir yönde ilerlediğinde, beni mutlu eden bir şey gördüğümde; “bir şeylere” şükrediyorum. Adı Allah değil, İsa değil, Karma değil, Buddha değil... Orada olup olmadığından emin olamasam da, benim tanrım, benim dinim; bir nevi Feanorizm. Minnettarlığımı göstermek için 4 duvar arasında yere çökmek zorunda değilim, şarabın tadından mahrum kalmak zorunda değilim, sevişmekten kaçmak zorunda değilim... Aslına bakarsanız şarap içmek ve sevişmek benim ibadetim, sadece artık doğru yerde, doğru zamanda ve doğru insanlarla; keşke seni tanıyabilseydim Hayyam – mümkünse gay halinle.

Hala hazır değilim, “olmadım”, olgunlaşmadım; ama hissediyorum, yakınım. Hazır olduğumda gelecek; ve ben onu o ya da bu sebeple değil, şu anıyla ve her haliyle seviyor olacağım; o beni kara kaşım kara gözüm için değil, arındığım halimle, bütünle, seviyor olacak...

Bekliyorum, çünkü sabretmesini bildikçe, güzel şeylerin bizi bulacağına inanıyorum. Pozitif pozitifi çağırır, sevgi paylaştıkça çoğalır.

Hepinizi seviyorum.

- - -

Görsel: Deviantart;  Circle by Silverwing17

Şarkı: Grooveshark;  The Man I Love by Devics (Google Reader'da okuyorsanız görünmüyor, bilginize.)

24 Haziran 2011 Cuma

Sorular (?)


Uzun zamandır hayatında yer etmişlerin, aslında bildiğin gibi olmadıklarını öğrendiğinde yabancı mı olur tanıdıklar aniden? Ya da zamanla değişiyorsak; günler geçerken insanları daha mı fazla tanırız yoksa yabancılaşır mıyız onlara? Yelkovan ilerledikçe çoğalıyor muyuz, yoksa eksiliyor muyuz?

Unutmaya kıyamıyorum gördüklerimi... Herhalde, “her halde” çok seviyor olmamdan. Ya da boşversene, kim kimi her haliyle seviyor ki? Sevgilisi her şeyiyle mükemmele yakınken, ağız şapırdattığı için sevgilisinden ayrılan bir arkadaşım vardı benim.

İçimde öyle bir “şey” var ki, “SEVİN BENİ!” diye bağırıyor, öznesi yok. Bazen de “SEVSİN BENİ!” diyor, özneli mözneli, işveli işveli. Neden bu kadar açım aşka? Bu kadar açken neden bu kadar zor? Oysaki beklentilerim o kadar yüksek de değil; Amerikan romantik komedilerinden özenerek, biraz Yeşilçam filmlerini, biraz da masalları kendimce yontarak; beyaz atsız ve prens olmayan bir adam istiyorum... o kadar zor mu? Evet mi? N’ayır, n’olamaz.

Ya sevilmesem ne olur? Sevilmesen? Sevişmesek? Sevmekten başladık, sevişmekten çıktık. İkisi de bir değil mi? Eh... bazen. Sevişmeyince duvarlara tırmanıyorum, hepsi bu. Sevişmiyorum da. Gösteriyorum ama vermiyorum, annem öyle dedi. Oyunlarda fare miyim kedi miyim bilmiyorum; Tom ve Jerry’e inanmıyorum ama bir güç var, biliyorum.

Yorulmadın mı? Yorulmadık mı? Mesaj atacak mı diye bekliyorum. Atınca kızıyorum. Atmayınca kızıyorum. Sessizken susmuyorum, konuşunca susuyorum. Ben yoruldum. Yordun beni. Yoğurdun.

Gurur dediğimiz şey ne? Nereden başlar, nerede biter? Bir insanı kaç defa affedebilirsin? Peki ya bir kere daha affeder misin? Ya aklından çıkmıyorsa, ama gerçekten, hiç çıkmıyorsa, ne yaparsın? Ve ardından Eternal Sunshine of the Spotless Mind geyiği: “Sildirir miydin abi?”,“Sildirmezdim amk”, “iyi beynini s.kmeye devam et o zaman!”, “Peki.”

İnsanlarla tanışıyorum. Erkekler bana aşık oluyor bazen, Feriha’ya rağmen. Erkeklerden kolay hoşlanırım ben, gözleri güzelse mesela; ya da güzel gülümsüyorlarsa; ama iş ciddiye binmeye başladığında kolay değil o kadar, kolay aşık ol(a)mam çünkü. Sarhoşken öpüştüğüm her erkekle sevgili olsaydım işim çok zor olurdu. O yüzden itiyorum. Geçen hafta tanıştığımız çocuğu da ittim. “Benimle olmak istiyormuş...” Ne yapsaydım? Başka birini severken boşluk doldurmaca... Adeta cumartesi bulmaca ekleri. Yo, o günler çok eskilerde kaldı. İşin adı tiryakilikse, dudak tiryakisiyim; orospuluksa, dudak orospusu. Daha fazlası değil.

Merhaba, benim kafam çok karışık. Biraz öpüşelim, sonra gidin; elbiselerimizi çıkarmayalım, yatağa uzanmayalım, tadında bırakalım, devam etmeyelim.

Çünkü aşk Aşil Topuğum benim. Beni vurduğunuzda çok acıtıyor, vurmadığınızda daha çok. Ya da tam tersi... yine de acıdan kaçış yok.

- - -
Görsel: Deviantart; Who Am I? by nocturnal-schism
Şarkı: Grooveshark; Great Lake Swimmers - Backstage with the Modern Dancers

7 Haziran 2011 Salı

GÖB!


1,5 aydır evden sadece okula gitmek için çıkıyorum; sunum yapmaya, demo göstermeye ya da sınava girmeye… Sabah itibariyle fark ettim de göbeğim bu süreç içerisinde adeta ikinci bir kişilik olmuş; öyle ki artık o da bir birey, adını da Feriha koydum.

Bu arada "Haksızlığın karşısında susan dilsiz şeytandır" nasıl cuk oturmuş yareppim. Seni seviyoruz Nuray Mert, ama Bahçeli kadar değil, çünkü o 40 yapıyor.

O değil de bu ayın sonunda True Blood 4. Sezon başlayacak lan; diş görücez, kan görücez, g.t görücez! Üstelik vampir g.tü: ULTRA GÜZEL. (Kutsal Kase Alexander Skarsgård'ın kasesiymiş diye duydum da ben, o bakımdan.)

Bal gıdıktan öpüyoruz; ben kendim ve Feriha...

Mucuku!

- - - 

Görsel: deviantart; Fat Lady by mrs-allonby
Şarkı: grooveshark; Cake- Never There (3 öğün dinleyiniz)

1 Haziran 2011 Çarşamba

Uzun Uzun Sahneler ve/veya Kısa Kısa Yaralar...

 

Kafasında bir tiyatro sahnesi kurmuş, sahnedeyse kendisi var. Hiç kimseye kaptırmadığı başrolü yanına yardımcı oyuncular çağırıyor geçmişinden. Bunu hep yapıyor – acı vereceğini bilse de yapıyor, bazen de acı vermesi için yapıyor.

* * * 

“Boşuna çalışma,” diyor adam; “sen ne kadar uğraşırsan uğraş İstanbul’u kazanamayacaksın. İtiraf et kendine yavrum, onlar kadar zeki değilsin, olamayacaksın…”

İÇİNDEN: “Gerizekalı olduğumu, onlardan daha iyi olmadığımı yüzüme vuruyor. O da biliyor. Kendime inanmıyorken, o bana neden inansın? Tabii ki kazanamayacağım; tabii ki bu tımarhanede, Adana’da, hapsolacağım; duyacağım: gay, top, ibne, nonoş…”

DIŞINDAN: “Bilmem, elimden gelenin en iyisini yapayım da…”

Yaptı. Gece yarısı yatıyorken sabahlara kadar uyumamaya başladı. Başardı. İnternet kafede haberi aldıktan sonra hayatındaki herkese sarıldı, bir tek babasının kolları boş kaldı, bir tek onunla kutlamadı.

* * *

3 aydır görmemiş sevgilisini; kollarını açmış - koynunu ardından… “Çok kilo almışsın,” diyor Çocuk, suratında tiksintiyle, “göbeğin gerçekten çok kötü görünüyor, kilo versene?”

İÇİNDEN: “İğrenç göründüğünü biliyordun – biliyorsun. Niye şaşırıyorsun? Şişmansın, kocamansın, obez olacaksın, karnın o kadar büyük ki sevgilinin bile midesi bulanıyor senden, suratın patates gibi. Böyleyken seni neden beğensin? Neden istesin?”

DIŞINDAN: “Aslında o kadar da almadım… Ama biliyorum, kötü görünüyor; bir şeyler ayarlarım, söz!”

Ayarladı. O akşam kustu yediklerini. Ertesi gün kendini aç bıraktı. 8 kilo verdi ardından. Ayrıldıklarında 10 kilo aldı. 6 kilo verdi sonra bir başka ölüm diyetiyle, ardından 9 kilo geldi. Ekstra küçük kilolar biriktikçe birikti. Her bir yağ parçası midesini bulandırıyor şimdi, iskelet gibi olmak istiyor, iskelet gibi olanlara özeniyor.

* * *

“Senden önce hiçbir erkekle birlikte olmayı denememiştim, şimdi o kadar hoşuma gidiyor ki bu durum, yolda yürürken kızlar yerine erkeklere bakar oldum… denesek mi?”

DIŞINDAN: “Paylaşabilecek misin ki beni?”

İÇİNDEN: “BENİ BIRAKACAK! Benden ayrılacak. Çünkü artık ona yetemiyorum. Tek bir kişiyle neden yetinsin ki? Ne yapabilirim gitmemesi için? İstediği şeyi vermeli miyim? Grup seksi kabul etmeli miyim?”

Etti. İlk denediklerinde sevgilisi 3.ye dokunduğunda ağlamaya başladı. Yapamadılar. Bir koca sene geçti ardından. Bir kere daha denediklerinde 3.ye kendisi dokundu bu sefer; dokundu ve sevdi onu. Yatak oyunları fazlaydı o günlerde onun için, bedenini paylaştığında duyguları aşka yoğruluyordu.

* * * 

“Seni aldattım,” dedi İtalyan, “hiçbir şey olmayacağına söz verdiğim eski sevgilimle, üstelik bir kere değil, daha fazla; gözlerine baka baka yalan söyledim… Özür dilerim.”

DIŞINDAN: “…”

İÇİNDEN: “Neden yetemedim ki? Bende eksik olan ne var? Eski erkek arkadaşı benden daha mı yakışıklı? Yatakta daha mı iyi? Eski sevgilisi onu aldatmadı mı? Yalanlar söylemedi mi? Tartıştıklarında yumruklamadı mı? Ama üzgün görünüyor, affetmeli miyim? Güvenmeli miyim?“

Güvendi ve affetti. Bir kere daha aldatıldı ardından; yine güvendi, yine affetti. Ardından bir kere daha. Siktiri çekti bu sefer, ama yıkıldı ardından, hala da kalkamadı; onu sahnede yerde sürünürken görebilirsiniz şimdi.

Hepimiz yaralıyoruz birilerini, birileri yaralıyor bizleri. Herkes herkesi acıyla büyütüyor çünkü, pembe dünyalarda kimse büyüyemiyor.

Yukarda yazdıklarım ve fazlası, bugüne kadar kafamı sürekli yoran şeyler; geçmişten karakterler çıkarıp onları konuşturmak; o anları tekrar ve tekrar yaşamak… 

Kendimi sevmeye başlamak istiyorsam, tiyatromu kapatmam gerektiğini fark ettim. Bunun üzerine düşünüyordum kaç gündür… Buraya yazdım, “kustum” ve terk ettim.
Bu oyunun farklı bir versiyonu var bir de; o karakterlerle gelecekte karşılaşmamın planlarını yaptığım bir oyun; tiyatro değil de, sinema sahnesi bu sefer... Ben ne söyleyeceğim, onlar ne söyleyecek; nasıl giyineceğim, nasıl davranacağım ve dahası… 

Her şey daha güzel olacak, biliyorum. Sadece zamana ihtiyacım var; kendimi dinlemeye, meditasyon yapmaya devam etmeye, acıdan kaçarak değil acıyı yaşayarak büyümeye…
Olacak, olacak…

Not: Kapanmadan önce, sinemamıza da bekleriz.

- - -

Görsel: deviantart;  The Hospital Theater by arielx92
Şarkı: Gayngs - The Gaudy Side of Town

28 Mayıs 2011 Cumartesi

Çünkü Stalker'ım, Stalker'sın, Stalker...





Öncelikle yukarıdaki şarkıyı dinleyin bi', kulaklarınızın pası silinsin.
Sonralıkla (?!) Aragon zamanında şöyle demiş:

"Beni sev ya da benden nefret et, ikisi de benim yararıma;
seversen hep kalbinde olurum, nefret edersen hep aklında..."

Yaşasaydın seni bağrıma basardım Aragon.

Saygılar.
- - -
Görsel: Six Feet Under, (Nate ve Claire'e olan aşkım bazen beni biseksüel olup olmadığımı sorgulamaya itiyor... -  ŞAKA LAN ŞAKA, ben senin o bildiğin gaylerden olmasam da, bildiğin gayim... hıhı, evet, püskevitler.

Şarkı: Grooveshark; Smoke City - What It Was (acoustic)

24 Mayıs 2011 Salı

Sabredenler Kulübü!!!11!1!



N'aber?

Bu kadını sevin. AMA ÇOK SEVİN.

İtalya ile ilgili her şeye alerjim var. "Acıyı kucakla Feanor, acıyı kucakla Feanor..." Ağzına sıçayım Osho; ben acıyı değil acı beni kucaklıyor, mütemadiyen hoplatıyor, haberin yok. Öhm. Ama sabır, falan, evet.


Umarım bitirme beni bitirmeden ben bitirmeyi bitirebilirim. Sayılarla o kadar haşır neşirim ki artık random gülüşlerim bile 821397981273918 şeklinde. Haziran ortasından sonra gel de gör beni, bambaşka biri, toplarım dağılan kalbimin her köşesini.


Bu kadını sevin demiş miydim? Ben susayım da gözlerim konuşsun o zaman canlar, bal gıdıktan öperim.

cCc Kimbra Reyiz cCc - 40 yapar ve yaşasın  püskevitlerle otusaltık esnik törsun!!
Bahçeli seni seviyorum bebeğim.

- - - -

Video falan: yütüb; Kimbra - Plain Gold Ring (live)

21 Mayıs 2011 Cumartesi

Yollar.




Ben kendimi sevmedikten sonra, insanlar beni neden sevsin?

Yolcu yolunda gerek diyorum son günlerde; yeni yollar bulmam gerek, o yolların bana çıkması gerek; yolun sonunda, olduğumu sandığım şeyi değil, olduğum şeyi görmem gerek; ne istediğimi anlamam gerek.

Hep çabuk sevdim insanları, hep çabuk güvendim. Her güvendiğim erkeğin kollarına fırlattım kendimi; sevsin diye, ilgilensin diye, önemsesin diye, sarsın diye.

Neden sevilmeyi bu kadar çok istiyorum? Neden sevilmemekten bu kadar çok korkuyorum? Neden sırf sevilmek için çaba gösteriyorum; sevginin karşılıksız, öylece, kendiliğinden gelmesi gerekirken?

Osho “Açık bir kitap olun,” diyor, “tohum kalıp korunmaktansa, çiçek olup zarar görmek daha güzel. Acıların hepsi birer ders, o yüzden acıları kucaklayın; tohum kalmayı seçip aşık olamayan milyonlarca insan var bu dünyada; aşkı tadın, tatmak için risk alın!” diyor. “Ama tanımakla aşkı birbirine karıştırmayın,” diye ekliyor, “gördüğünüz şey insanların dış çeperi olduğunda, hissettiklerinizi aşk olarak tanımlamak sizin aşkı tanımadığınızı gösterir; önce kendinizi sevin, önce kendinizi aşka hazırlayın, korkularınızdan arının; çeperi keşfetmeye değil, merkeze varmaya odaklanın; sonra sizi kucaklar zaten aşk…” diyor.

Elif Şafak da Araf’ta ‎"Belki aşk sevgiliyi kazanmayı değil, kendini onda kaybetmeyi gerektirir. Kendini kaybettiğinde ve ego kuleni yıktığında karşılığında sevilmişsin sevilmemişsin ne fark eder?" yazmıştı.

Ego kulelerim var benim, kocaman kocaman kuleler. Açık bir kitap olma kısmında başarılıyım, ama sevilmemekten, beğenilmemekten, etiketlenmekten, çok sevmekten, çok vermekten, çok istemekten, kırılmaktan, kaybetmekten… korkuyorum. O kadar çok şeyden korkuyorum ki, mutlu olmam gereken anlarda yeterince mutlu olamadığım gibi, mutsuzluklarda dibe vuruyorum.

Yolcu yolunda gerek demiştim. Bu blogu açtığımda “Çocuğu unutmaya hazır değilim…” diyordum, İtalyan beni aldattığında “Bu kadar acıya hazır değilim…” diyordum. Aslında ben sevmeye hazır değilmişim; ne kendimi, ne başkasını; fark ediyorum. Kendimi keşfetmekte ilerleme kaydetmedikçe ilişki yok artık; özsaygımı kazanmadıkça, özbeğeniye sahip olmadıkça. Yoksa Feanor hep bacağa sürtünen köpek yavrusu, hep terk edilen mutsuz çocuk, hep dibe vuran emo, hep korkan ve plan yapan mükemmeliyetçi.

Sevmeye çalışıyorum… herkesi, her şeyi; en çok da kendimi.

Hadi bakalım.

- - -

Görsel: deviantart; Crossroads by Ciril
Şarkı: grooveshark; Agnes Obel - Riverside (kendisi hayatımın şarkılarından biri oldu)

10 Mayıs 2011 Salı

Depressed As Fuck.



Her gece kafamı yastığa koyduğumda içimden yataktan kalkıp, balkon kapısını açıp, kendimi boşluğa bırakmak geçiyor. İntihara meyil sülalemden genetik miras ve ben kendi istatistiklerime göre 3 senede bir intihara meyilli oluyorum: vadem doldu a dostlar!

Merhaba, ben yüreği kanayan çocuk. Hayatımda ya her şey aynı anda harika gidiyor ya da her şey boktan oluyor. Şu an ikinci durumdayım; tüm modlar OFF, hüzün hariç.

2,5 sene sonra birine aşık oldum, olanlar oldu. 5 sene sonra mezun olmakken hedefim, bitirme projem bokum gibi gidiyor. 15 sene sonra kariyer kastırıyorken, ilk dört adımda binlerce kişiyi elediğim, son yüzlere kaldığım koduğumun vaka analizi görüşmesi bugün bok gibi geçti. 23 sene boyunca kalıcı bir sağlık problemim olmamışken, sanırım reflüye merhaba dedim, yaşasın her yemekten sonra midemdeki o iğrenç taşkınlık hissi.

Bir yandan öz saygımı kaybediyorum; bana bu kadar şerefsizlik yapan bir adamı hala nasıl köpekler gibi seviyorum diye… Elim her gün fotoğraflarına gidiyor; fotoğraflarını açmadan önce kahroluyorum, fotoğraflarına bakarken kahroluyorum, fotoğraflarını kapatırken kahroluyorum, fotoğraflarına baktığım için kahroluyorum, fotoğraflarına tekrar bakacağımı bildiğim için kahroluyorum.

Melek sayılmam ama bu kadarını da hak etmedim. Ya da ettim; çünkü gerizekalıyım. Çünkü “Sevgi her şeyi iyileştirir!” diyorum hala; "Severek her suçun, her nefretin, her ahın, her anın üstesinden gelebiliriz!!" diyorum. Sonra üstümden geçen geçmiş oluyor, üstünden tır geçmiş kedi leşine dönüyorum. Rol modelim Ayşecik olduktan sonra, daha nice kazıklar üstüne otururum ben. Hayat sevince güzel, falan, yalan. Hayat piçe güzel.

Drama queenlikse dibine vurdum, emoluksa sadece gözlerimi kapatacak uzun saçlarım eksik, siyah pijamalarım ve siyah kahvemle Flyleaf’ten I’m So Sick’i dinlerken oldukça götik göründüğüme de yemin edebilirim. Bir apaçilik kaldı, o da eksik kalsın.

Bazen bir otobüste hayal ediyorum, keşke şimdi otobüs kaza yapsa, herkes sağ kalsa, benim vücudumda cam kırıkları. Bazen evde hayal ediyorum, şimdi deprem olsa; herkes sağ kalsa, benim kafama sert bir şekilde düşen avize. Bazen karşıdan karşıya geçerken hayal ediyorum; arabanın biri bana çarpsa, arabada sıfır hasar ben paramparça.

Yine kendi istatistiklerime göre her 10 senede bir intihar etmeyi GERÇEKTEN istiyorum. Korkmayın, daha 7 senesi var.

Sevgiler,

Götik.

2 Mayıs 2011 Pazartesi

EPIC FAIL.



 


Selam.

Güzel dilekler için çok teşekkür ediyorum.

Bir süre buralarda yokum; biraz depresyona girmece, biraz bitirme projesi, biraz quizler, biraz finaller, biraz iş başvuruları, biraz insan kaynakları görüşmeleri, biraz özel şirketler için program yetiştirmece, biraz şundan, biraz bundan.

Olmadı, olamadı. Hayatımda hiç duymadığım kadar yalanı bir arada duydum iki hafta içinde. Bir insanın bu kadar ikili oynayabileceğini aklım almazdı, aldı. Daha başlamamış bir şeyi sona erdirdim, iyi oldu.

Öfkeyle doluyum ama tüm piçliğine rağmen köpekler gibi seviyorum. Bitti, bittim, bitirebildim, bitebildim.

Alınacak dersler var, sorulacak sorular, falan.

Güven? Aasdsadadkjhakshdakjdhkajdhkjadhkajdh. Skerler. 

Aşk konusunda benden adam olmayacak gençler, ben artık kariyer kasıyorum.

Bal gıdıktan öpüyor, haziran sonuna doğru görüşmek üzere diyorum.

- - - -

Görsel: Tumblr; Are you talking to me?  by jesaarmanor ;
Şarkı; grooveshark; Archive - Fuck You;

9 Nisan 2011 Cumartesi

Ufak Bir Rica...



Farklı. “Ama bu sefer farklı…” farklılarından değil bu. İlişki kavramımı kökten değiştirecek kadar farklı… Gün boyu gülümsemekten yanaklarım ağrıyor şimdilerde, birinin beni en şımarık, en ilgi bekler, en ilgiye boğar, en çocuksu halimle sevebilmesi garibime gidiyor; “Niye kaçmıyor?” diyorum bazen, “Neden daha fazlası için teşvik ediyor?”

Stratejik oyunlardan o kadar sıkılmışım ki – ve o oyunlarda öylesine yeteneksizmişim ki.

Birinin beni vücudumla barıştıracağını hiç düşünmemiştim şimdiye kadar. Kompleks sahibi olduğum onlarca şeyin bu kadar beğenileceğini… 83 kiloydum tanıştığımızda, hayatımda hiç görmediğim bir değer… Sonuç? Kilo veriyorum, üstelik rejim yapmadan ve hatta 3 yıllık aşçılık deneyimi olan birinin yaptığı yemeklerle. Komik… Çocuk’un 3 kilo aldığımda bile göbeğime laflar sokuşturduğunu düşünürsek…

Mutluyum ben, çok mutluyum. “Aşık oluyorum sanırım…” dediğimde “Oluyorum’u mu kalmış?” diyor insanlar. Kalmamıştır belki de… Belki gerçekten birbirimiz için yaratılmışızdır, kimbilir?

Gidecek diye çok korkuyorum. Çalışma izni verecek bir şirket çıkmayacak, canına tak ettiği için İtalya’ya geri dönecek diye. Bir yandan öylesine pozitif olmaya çalışıyorum ki yanında, “Olacak, göreceksin; gri bulutların ardında güneş bizi bekliyor…” diyerek. Mayıs sonuna kadar gelir mi ki o güzel günler?

HAYAL: Eğer iş bulursa, ağustos sonu gibi aynı eve çıkarız belki. Ardından pazarları dost muhabbetleri eşliğinde brunch keyfi yapmacalar, pizzalı/makarnalı partiler düzenlemeceler; her geceye onla veda edip, her sabaha onla başlamacalar; öten kuşlar, açan çiçekler, gökkuşakları.

HAYAL KIRIKLIĞI: Eğer bulamazsa… kötü.

Hayatımda ilk defa bir şey için “bir şeye” dua ediyorum, o “şeyin” ne olduğunu bilmesem de. Allah’a, Ateş’e, Buddha’ya, Enerji’ye, Güç’e, Kendiniz’e…neye inanıyorsanız inanın fark etmez. Bir şekilde, insanların güzel dileklerinin hayatımızı değiştirdiğine inanıyorum ben. O yüzden, beni azıcık olsun tanıyor, azıcık olsun seviyorsanız; siz de lütfen dua edin benim için; inandığınız herhangi bir şeye; benim, onun, BİZİM için.

Kucak dolusu sevgiler… herkese.

- - -

Görsel: deviantart; Italy by traevoli
Şarkı: grooveshark; Nina Zilli - 50mila

27 Mart 2011 Pazar

İnerileyşınşip Gibi, Ama Değil.




“Beni sevecekseniz, aşk sancılarımla sevin ahali!” dedim; “Sırlarımla, yaralarımla sevin beni. Kirli çamaşırlar diye nitelendirdiğiniz sevişmelerimle sevin, ama öpüşlerimi de sevin, hem de uzun uzun.”

Oysa beni değil, olmamı istedikleri şeyi sevdiler nicedir. Bakir genç delikanlıyı, 23 yaşındaki olgun adamı; her zaman gülümseyeni, yalnızca dört duvar arasında eyleşeni… Ama biriniz için orospuydum, biriniz için çocuksu; biriniz için içlenmiştim, biriniz için fişlenmiş.

Ben hep düşler kurdum, hep de düştüm ardından; çünkü size yetemedim.

Ama şimdilerde, hayatımın en uzun flört dönemini yaşıyorum. Nice zaman sonra, açıp tekrar heybemi; içindekileri gösteriyorum tek tek. “O”; korkmuyor, kaçmıyor, yormuyor, yorulmuyor…

Benimse insanlara olan güvenim kırılmış; ”Evet!” demeye varmayan dilimle, bulutlarda yürümenin tadına varıyorum.

Hazır olmayı istiyorum ki, tutup heybeyi kapatan ellerimden, götürsün gittiği yere beni.

Gökten de üç elma düşsün o gün, paylaşır nasılsa birileri.

- - -

Görsel: deviantart; made in italy by korelyan
Şarkı: grooveshark; Hindi Zahra - Beautiful Tango

17 Mart 2011 Perşembe

Endorfin.



Birileri hayal kurar, birileri hayal kırar.
Bense oturup çikolata yiyorum.

"Hayat göbekle güzel."
                    -Anonim

- - - 

Görsel: Merv'in Facebookundan çalıntı. Thx Merv
Şarkı: Grooveshark; The Cardigans - Erase and Rewind

13 Mart 2011 Pazar

Endoplazmikbirkulum.



N'aber umutsuz ev gayleri ve kadınları? Sizlere süper bir film önerim var: “He’s just not that into you.” IMDB puanı 6.4 olan bu güzide filmi, hetero ve piç erkekler kötülemiş diye düşünüyorum zira dün gece en iyi arkadaşımla izledikten sonra AYDINLANDIM.

Kariyer açısından kafamın fena halde karışık olduğu bir dönemdeyim. Okurlardan SAP danışmanı olan varsa bana mail atsın. Sap olduğum için size danışacağımdan değil, "es-ey-pi" ile ilgili merak ettiğim şeyler olduğundan.

Bu arada, saplık güzel bir şey. Uzunca bir süre daha sevgili istemiyorum, ama bundan sonra fırsatları geri çevirmem, sevişirim. Demir bakirlik de bir yere kadar. Benim de canım var, ben de insanım.

Şimdi derin bir nefes alıyoruz ve yavaş yavaş veriyoruz. Olmamışsa da olmuş gibi davranıyor, skerler deyip hayatımıza devam ediyoruz. Erkekler yüzünden hayatı kendine zindan eden 16 yaşındaki ergen genç kız bunalımlarından çok sıkıldım.

Bu arada bir sonraki hayatımda dünyaya panda olarak gelmek istiyorum. Ye iç sıç uyu. Hayat onlara güzel.

Öperler.

- - -

Görsel: deviantart; panda by Apofiss
Şarkı: grooveshark; Doves - Pounding

11 Mart 2011 Cuma

Özeleştiri Değil, Adeta Bir Özağzasıçış.




Her şey kendini sevmekle başlar feanor; sen kendini sev ki, insanlar da seni sevsin.

Oysa ben kendimi sevemedim hiç. Evet, bir sürü güzel özelliğim var, biliyorum. Pohpohlanmak istemiyorum. Kimi insanlar bardağın dolu tarafını görebilir; ben göremeyenlerdenim. Bardak dolu olsa, “Niye ağzına kadar dolu değil?” diyenlerdenim. Yetinemeyenlerdenim. En çirkin benim, en şişman benim, en kel benim, burnu en yamuk benim; sol omzumdaki güneş lekeleri iğrenç görünüyor, sağ ayak baş parmağımdaki nasır adeta kocaman bir kafa, çok kıllıyım, her mimiğimde alnım kırışıyor ve o kırışıklıklardan nefret ediyorum, güzel gülümseyemiyorum, omuzlarım çok dar, giydiğim hiçbir şey yakışmıyor zaten güzel de giyinemiyorum... İş dış görüntüme geldiği an durum drama queen’liğe varıyor. Boşluğu doldurulamayan bir özgüven eksikliği... Yıllardır süregelen bir “Bu bana bakmaz” hissiyatı. “Bakmaz çünkü ben çirkinim.” inancı. Doğrulaması. Saptırması. Sapıtması.

Gidenlere veda et feanor; veda et ki hayat karşına yeni insanları çıkarsın.

Oysa sevdiklerime veda edemiyorum ben. Hep bir köşesinde kalsınlar istiyorum hayatımın. Bana acı çektireceğini bile bile. Nerede ne kadar profilleri varsa açıp açıp bakıyorum, takip etmeye çalışıyorum. “Peki bensiz nasıllar?” diye. İyi olduklarını görünce üzülüyorum. “Demek ki yerim dolmuş.” diyerek. Kötü olduklarını görünce üzülüyorum. “Canı mı yanıyor yoksa?” diyerek. İflah olmaz bir üzgünlük hali bendeki. Herkes için üzülüyorum. Çok küçük şeylerden mutlu olabilmenin laneti, çok küçük şeylerden dolayı yıkılmak olabilir belki de... Bir parçam olan insanlar gidince sonsuza kadar kanayacak açıkta kalan yara diye düşünüyorum. O yüzden tutuyorum kollarından, gitmesinler diye. Ama onlar gidiyor bir yolunu bulup. Ben de “Ama?” diyorum. Emrah bakışlarıyla. Eğik kaşlarla. Büzülmüş dudaklarla. Hep aynı kısır döngü.

Güçlü ol feanor; hep merkezinde dur ki, insanlar sana gelsin.

Oysa merkezimde kalamadım ben hiç. Hep koştum; yarıçaplar, çaplar boyunca koştum. Sevmek için koştum. Kendi dış görüntümü ne kadar sevmiyorsam, sevdiklerimin dış görünüşlerini o kadar sevdim. Hunharca sevdim, taparcasına. Onları da çok sevdim ama. Kendi açlığımı onların açlığı sanıp da öyle bir verdim ki sevgimi, boğdum. Bir kaşık suda da değil, okyanuslarda boğuldular. Yüze yüze kaçtılar. Gördükleri ilk kara parçasına çıkıp geriye bakmadan koştular. Sonra ağladım. Okyanus daha da büyüdü. Açlık daha da arttı. Eksilerek artanlardanım ben, tamamlanamayanlardanım.

Biraz içinde tut yaşadıklarını feanor; açık kitap değil, kapalı kutu ol ki, merak uyandır.

Oysa açık bir kitap olmaktan mutlu oldum ben hep. İstedim ki insanlar bilsin. Soru sorduklarında dürüst oldum hep; saklamadım hiçbir şeyi. Soruların kavgasını verdim, ama cevaplarıyla. “Kaç kişi ile yattın” sorusuna da doğru cevap verdim, “Bana aşık mısın?” sorusuna da. Doğrular hep kahreder insanları. Oysa beni söylenmeyenler kahreder, doğrular üzer sadece. Sanıyor musunuz ki aşık olduğum adam bana SENİ İSTEMİYORUM dese ben dört sene boyunca böyle olurdum? Sayısal zekam duygusal zekama hep ağır bastı benim. Duygusal olarak gerizekalı bir ibneyim. MESAJ ATMA diyeceksiniz bana. ARAMA diyeceksiniz. BİTTİ; SÜRMEZ diyeceksiniz. Ki durayım. Noktası konulmamış her problem, beynim tarafından binlerce olasılık dahilinde inceleniyor benim. “Ya şöyle dersem? Ya şöyle yaparsam? Ya sonra böyle olursam?“ Acıtmaması için söylemediğiniz cümlelerinizle ağzıma sıçtınız, haberiniz yok. Hala sıçıyorsunuz, umrunuzda değil.

Eeee… şey yap. OF ebenin .mı feanor…

Gerçekten de öyle gaipten gelen ses. Bu halimle kimi seveyim? Neden seveyim? Beni kim sevsin? Neden sevsin? Öğrenmem için kaç kişiyi daha sevmem gerek? Kaç kişiyi daha kaybetmem gerek? Ki ADAM olayım? Derin nefes alıyorum, veriyorum. Bir işe yaramıyor. Olmuyor be ses; olamıyor.

 - - -


Görsel: deviantart; I hurt myself today by aleksandra
Şarkı: Grooveshark; Midlake - Rulers, Ruling All Things

8 Mart 2011 Salı

Olursa Olmaz, Olmazsa Olur.



Merhaba, ben sabreden derviş(imsi). Muradıma erdiğim yönündeki tüm söylentiler ne yazık ki yalan, şirinlere ne kadar inanıyorsanız; beklediğinizde gerçekleşeceğine dair tüm söylevlere de o kadar inanın.

Hayatının en verimli ve verebiliriteli yıllarını sadece bir adamı severek geçirip, olası ikili ilişkilerin tümünün köküne kibrit suyu dökmüş bir genç olarak tek söyleyebileceğim şey aşkın bir strateji oyunu olduğudur.

Oyunun kuralları çok basit; ipleri eline alan kazanır, ipleri ele verenin eline verilir. Bu veriştirmece oyununda taraflardan biri kazanana kadar zevklidir bu oyun. Ama biten bir oyuna tekrar başlanmaz; zira eskilerin de dediği gibi; aynı nehirde iki kere yıkanılmaz, güle başka isim versen değişik kokmaz, eski kaşardan tost olmaz, hatta exten next olmaz (falan yaağne.)

Bunca zaman heyecanla bekleyenler, şimdi gönül rahatlığıyla BEN DEMİŞTİMleyebilirsiniz. Biliyorum, demiştiniz. Aferin size. Aferin bana.

Hayatımda başıma ne geldiyse “içimde kalacağına götümde patlasın” mantığından dolayı geldi.

Alkışlarla değil, patlaklarla yaşıyorum…

Ve çok acı çekiyorum.

- - -

Görsel: deviantart; Shingle by s0n-et-lumiere
Şarkı: grooveshark; The Morning Jacket - Dondante

28 Şubat 2011 Pazartesi

Sus Duymasın...


Bazen sayfalarca yazmak istiyorum, parmaklarım tuşlara dakikalarca değiyor ama ortaya çıkan şey aklımdakiler gibi karmakarışık, bütünden uzak.

İşte öyle anlarda derdimi anlatan şarkılar bulabildiğim için mutlu oluyorum.

"Ya sonrasına, ya onlasına hazır olacağım" demiştim. Galiba sonucu hepimiz biliyoruz.

Sus duymasın, nasıl ağladım
Beni terkedip gittiği zaman
Sus duymasın, söyleme sakın
Bana yolladığı o aşk mektupları ruhumda kazılı
Her doğum günü hüzünle örtülü
Dolaştım dağ tepe oradadır diye
Sus duymasın, söyleme sakın
Yıllar boyu hiç unutamadım
Dostum, sırdaşım; söyle ona, dönsün bana
Unutup geçmişi dönelim eski günlere
Sus duymasın, söyleme sakın
Yıllar boyu hiç unutamadım
Yalnız onu, (duymasın sakın)
Hala onu istediğimi,
Sevdiğimi, beklediğimi
Git artık söyle

- - -

Video: Zuhal Olcay ve Bülent Ortaçgil, Sus Duymasın

23 Şubat 2011 Çarşamba

Hayatımın En Önemli Buluşması Nasıl Geçti?

 

Masaya oturduğumda yüzüm bir hafta boyunca gittiğim her partide içtiğim litrelerce alkolden dolayı şişmiş durumdaydı. Adeta 3 senedir üstüme yeni bir şey almıyormuşçasına, yanında 215 kere giydiğim o gömlekle gelmiştim (bok vardı da başka bir şey giymemiştim); üzerimde ergenliğimden beri değiştirmediğim parfümümün kokusu vardı, cebimdeyse bana bilmem ne zaman aldığın ve şimdilerde Ayşe Teyze’nin gelip “cırt” diye yırtabileceği yıpranmışlıkta cüzdan; ama ayakkabılarım farklıydı n’aber, üstelik kendileri 200 teealeğ!

Herkes rakı içiyordu, ben bira içtim. Herkes gülüyordu, ben gergindim. Herkes üşüyordu, ben yanıyordum. Herkes bendeydi, ben sendeydim.

Sen katıldığın dalgıçlık klübünle denizler altında yirmi bin fersah, ben gittiğim Almanca kursuyla şayze. Sen fotoğraf çekmeye başlamışsın, ben fotoğraf çekmeyi bıraktım. Senin planında Miami’de yaşamak var (ama Miami Beach için önce vücut yapmalısın bebito), benim planımda Alman vatandaşı olmak var (ama önce patron kıçı yalayacağım bir şirkette iki sene falan çalışmalıyım aşkito).

Hem Amerika sıkıcı.

İçtiğim bira sayısı 5i bulduğunda “raad adam” olmuştum bile. Güldüm. Çok güldüm. Doğum günü kızının ablasıyla kim daha kevaşe diye tartıştık; umarım gerçekten fısıldayarak konuşmuşuzdur zira hatırlamıyorum. Ama sonra ciddi ol dediler sen tuvalete gidince. Döndüğünde ciddi olmaya çalıştım, olamayınca da “Skerler!” diyerek daha çok güldüm. Çok eğlendim, 23 Nisan’da ülkemize gelen bir Hans, bir Jonathan kadar şendim. İÇKİ TÜM KÖTÜLÜKLERİN ANASIYMIŞ.

“Telefonun hala aynı mı?” dedin. “Sende kayıtlı mı ki?” dedim. (Gerizekalı olduğumu söylemiş miydim?) Çaldırdın, kaydettim. Kaydederken ağzına sıçayım demeyi ihmal etmedim. Zira biliyorsun değil mi Sn. Flörtöz; o gece telefonunu vermeseydin, arada sırada “Acaba arayacak mı?” demezdim.

Sonra doğum günü kızının evine gittik. Kafamız 315 milyon oldu. Orda da çok güldük. Ben adeta ortam şebeğiydim. Sanki saatleri 4 yıl geriye almışız gibi. Hiç olmadığım kadar çocuk, hiç olmadığım kadar sevimli. Oysa kuul olacaktım hesapta, ne bileyim ciddi adam olacaktım. Gödgöbeh adını verdiğim vicdan azabımla TAŞŞŞ olmak sıkar biraz ama, kassaydım belki kuul olabilirdim. Olamaz mıııı, olabiliiir (gülüşmeler…)

Sonra taksiye bindik. “Evine çağırırsa gitmem!!!” dedim içimden. Halbuki gel desen itler gibi gelirdim. Zira uzun zamandır Rahip John modundayım; benle sevişmek isteyenleri reddettiğimden: bir ben, bir daha ben, bir de sağ elim. Demedin. Aslında hiçbir şey demedin. Demedik. 10 dakika boyunca sohbet namına ettiğimiz tek şey, evinin önündeki yokuşta taksi zorlanınca “Yokuş sertmiş.” şeklindeki cümleme karşılık verdiğin “Evet ya.” oldu. Aferin bize. Sonra yanağımdan öptün. Ben de diğer yanağından. Taksiciyle senden daha fazla muhabbet ettim eve dönerken. Zira adresi sordu, açıkladım.

Sonra eve geldim. Uyudum.

Bu da böyle bir anımdı.

Acımadı kiiiiiii. (yersen.)

 - - -

Görsel: deviantart; sunday morning wander by andyp89
Şarkı: grooveshark; Jamiroquai - Love Foolosophy

16 Şubat 2011 Çarşamba

Şubat Depresyonu - Final


1,5 yıl ardından ilk defa gitti elim o dosyaya; öylece, kendiliğinden. Tarihlerine göre sıralanmış onlarca video, yüzlerce resim, binlerce kelimeden oluşmuş MSN konuşmaları…

Ağlamak için baktım fotoğrafların hepsine tek tek; yetmeyince ağlarsam rahatlarım diye izledim tüm videoları baştan sona; yetmeyince “belki şimdi” diyerek okudum tüm yazışmalarımızı…

Ama ağlamadım. Ağlayamadım. Gülümsedim, hem de bolca.

Şu an inanılmaz bir biçimde huzur doluyum. Bunca zaman sonra “o zamanki kendime” baktım da; ne kadar da gerizekalıymışım! :)

Bugüne kadar “Ben aşka aşığım, onunla yaşadıklarımızı istiyorum, özlüyorum!” diyordum. Şimdi o günlere geri dönmek, istediğim en son şey. 19 yaşındaki o ergen çocuk değilim ki ben artık; bir sevgilim olsa o şekilde davranmam, o kavgaları etmem, o sözleri söylemem, o şeyleri istemem… “Tüm olumsuzlukları bir yana bırakarak…” demiyorum; tüm olumsuzluklarıyla hepsi mükemmel anılar; o kadar çok gülümsedim ve hatta yer yer kahkaha attım ki şu an yanak kaslarım ağrıyor; ama hepsi birer anı olarak kalmak zorundalar. Çünkü ben bambaşkayım; biliyorum ki o da bambaşka.

Yazmamıştım buraya ama bu cumartesi bir ortak arkadaşın doğumgünü vesilesiyle görüşüyoruz Çocukla. Sanki eski sevgilimi görecekmişim gibi değil de, yepyeni bir insanla tanışacakmış gibi hissediyorum şimdi. Ve bunu hissedebilmek, hayatımda beni en çok mutlu eden şeylerden biri.

Üzgünüz seyirciler, sizleri şaşırtıyoruz. Şubat Depresyonu adlı dizimiz bugün itibariyle sona erdi. Bir daha hiçbir Şubat’da yeni sezonlarla gelmemek üzere bitti.

Çünkü hayat devam ediyor ve geride bıraktıklarımız bizi yalnızca mutlu etmeli.

- - -

Görsel: Bilgisayarda olan - ve sonunda silinen fotoğraflardan biri.
Şarkı: grooveshark; The Courteeners - Not Nineteen Forever (daha iyi bir şarkı gitmezdi  :))

14 Şubat 2011 Pazartesi

Geçer, Geçer.


Ben her bahar aşık olurum diyen insanlar var ya hani; bense her şubat ‘böyle’ olurum.

Yok, yok; sevgililer gününden bahsetmiyorum. Açıkçası sevgililer günü pek de şeyimde değil. BÖYLE’den kasıt, kendini barlara atmacalar, her akşam partilere koşmacalar, deli gibi içmeceler, bol bol kahkaha atmacalar, eve takside sızarak gelmeceler, falancalar, filancalar.

Biz buna halk arasında “Şimdi gel de gör beni, bambaşka biri; topladım dağılan kalbimin her köşesini” halleri diyoruz. Ama yalan.

Kime nispet yaptığım konusunda hepimiz hemfikiriz sanırım, ama tüm bu hafifmeşrepliği o kişinin umursayıp umursamadığı konusunda şüphelerimiz olsa iyi olur.

Şubat Depresyonu adlı dizimizin, 3. Sezonunda yine sizleri şaşırtmayacağız sevgili izleyiciler. 16 Şubat gecesi bol bol zırlayacağız, ardından daha çok partiye gidip, daha çok içeceğiz; Şubat sonunda ise eve kapanışı gerçekleştirip bir süre hayata küseceğiz.

Ama sonra her şey normale dönecek… Zaten hep dönmüyor mu? Bir sonraki Şubat’a kadar?

Ben gideyim de sızayım. Sevgilisi olanlar bugün sizle konuşmuyorum; Evli-Mutlu-Çocuklu’lar bugün sizi umursamıyorum. Sevgilisi olmayanlar, telefonum: 0555 833 .. ..

Öptüm.

- - -

Görsel: deviantart; SarIL da tam olsun by KalbiCamdan
Şarkı: grooveshark; Klaxons - It's Not Over Yet

9 Şubat 2011 Çarşamba

Sen Takıl Öyle.

  
“Ama bana aşıktı, aşk öylece geçip gider mi ki?”

          Bahanelerle dolu iç dünyamda AMA’lara her zaman bir yer var.
  
“Ama şimdi İstanbul’da, aramızda on üç saat mesafe yok.”

          “Sonrasına hazırım…” diye kendimi kandırıyorum.
  
“Ama şimdi farklı, kendi evi var, kaçmak zorunda değil ailesinden, kaçamaklar zorunlu değil.”

          Aslında sadece “Onlasına hazırım…”
  
“Ama sevgilisi de yok… muş.”

          Hayır, Adana bana yaramadı.

- - - 

Görsel: Blue Valentine'dan.
Şarkı: grooveshark; Josephine Cronholm - If I Apologised

6 Şubat 2011 Pazar

Memleket, Saniye Teyze ve Diğerleri...



Her Adana yolculuğundan önce aynı şeyi düşünüyorum: “Memlekete gidiyorum.”

“Zaman her şeyi iyileştirir” masalını ne de sever insanlar. Zaman iyileştirir belki yaraları, ama anıları eskitir, bayatlatır.

Yıllardır uğramadığınız bir kente geldiğinizde ilk fark ettiğiniz birkaç kapanan, birkaç da açılan kafe dışında o şehirde pek bir şeyin değişmediğidir.

Ama bir gelişinizde öğrenirsiniz ki komşunuz ölmüş. Hani her geldiğinizde kapısını tıklatıp dakikalarca sarıldığınız, aileniz yazlıktayken yemek yapıp “usta aşçıya” tattırdığınız, gece onda oturup okey oynadığınız, sabah çayına gittiğiniz, kahve falı baktırdığınız… Saniye Teyze yoktur artık, bir daha da hiç olmayacaktır. Sonraki gelişinizde kocasının kederle gülümseyen yüzünü görmemek için ertelersiniz çalmayı, ama eliniz uzanmıştır bir kere kapıya ya; içiniz nasıl burkulur, yüreğiniz nasıl acır.

Bir gelişinizde yıllardır görmediğiniz, görmek için can attığınız eski dostlar, size tek bir saatini ayırmaz; ama yıllardır sizi aramayan, hal hatır sormayan arkadaşlar, memlekette olduğunuzu duyduklarında aramadığınız için size küserler. Kim dosttu, kim düşmandı şaşırırsınız; bir başınalığınızla kalırsınız koca şehirde, bir daha geri dönülemeyecek mutlu zamanların mutsuzluğu eşliğinde...

Bir gelişinizde sevdiğiniz yoktur artık; ama her yerde anılarınız vardır. Anılara sarılmak istersiniz ama buram buram çürümüşlük kokar anılar. Bugün dolmuşa bindiğiniz yer eski sevgilinizin sizi uğurlarken “yanağınızdan öpermiş gibi yaparak dudağınızdan öptüğü yer” idi mesela. Sonra oturduğunuz kafe, tavlada 5-0 yenildiği için size küstüğü, barışmak için yemek ısmarlattığı yerdi. Dudağınızı ısırırsınız ağlamamak için, sorulardan kaçarsınız; içe içe, içinize ağlarsınız. Eve geldiğinizde çok geçtir artık, çünkü göz yaşlarınızın hepsini derinlere akıtmışsınızdır, daha sonra serbestçe çağlayabilsinler diye.

Yoruldum. Yaşlananlardan, ölenlerden, çürüyen anılardan, kapanan kafelerden, bilmediğim mekanlardan, tanımadığım yüzlerden, eski sevgilimle yaşadıklarımı hatırlayıp üzülmekten, koptuğum dostlarımdan, kopamadığım yılışıklardan, dayanamayıp açtığım günlüklerden, “her zaman” ile biten hatıra defterlerinden, fotoğraflardan…

O yüzden…

Her İstanbul yolculuğundan önce aynı şeyi düşünüyorum: “Memlekete dönüyorum.”

- - - 

Görsel: deviantart; Sleep by Neumorin
Şarkı: Mice Parade - Tales of Las Negras

1 Şubat 2011 Salı

Gidiyorum Bütün AA'lar Yüreğimde.



Finallerin bitmesiyle gelen boşluk çok fena. Sürekli bir “ders çalışman lazım” hali. Peki ben ne yapıyorum? Facebook’da Zuma Blitz oynuyorum, hem de çılgınlar gibi bebeğim, yeah.

Sömestr tatilim başlamıştı aslında, ama bugün (uyumadığım için “bugün”, yoksa Pazartesi) dandik bir projeyi bitirebilmek için tam 8,5 saat okulda kaldık. Sınıfça. Boş fakültede. Sadece biz. ULAN!

Proje “LCD’ye simültane yazı yazdırma” olarak özetlenebilecek bir şeydi. Eğer koca sınıfı bir laba tıkar, "Ödevi bitirin yoksa notlar CC’den başlar!" dersen; yazdırdıkları ilk şey yukardaki olur. Benim fikrimdi, çok güldüm, hala da gülüyorum.

Şu anda bu yazıyı yazarken bir yandan bavul topluyorum, bavul toplama işi bitince tıraş olur duş alırım diyorum ama bilmiyorum ki bitecek mi. Bavul toplayan hallerim çok çirkin. 6 gün kalacağım için her şeyden 6şar tane alma zorunluluğu hissediyorum. 6 çorap, 6 boxer, 6 uzun kollu, 6 alta giyilecek kısa kollu… Bavul parası girmesin diye mecburen 3 pantolon, 2 ayakkabı, 3 ceket. Gay olduğum çok belli abi. Candan Erçetin aşkı yüz metreden tanıyor, ben gayi bavul toplamasından tanıyorum.

Annemin bana Hansel muamelesi yapması ise ayrı bir korkutucu. “Finaller bitti gelsin rejim!!” derken bugün telefonda ıspanaklı börek hazırladığını, tiramisu yaptığını ve yaprak sardığını öğrendim. Akşama da kebap yermişiz. Bir de akşamı var yani, sen düşün. Gece de ciğer yemeye gideriz artık. aq.

Yolculuk kebap kokan memlekete... Adana dediniz ve bildiniz! 05.00'de servisim var. Arkamdan su dökebilirsiniz, ama lütfen konuşmayın.

Hepinizi uçaktan öpüyorum.

- - -

Görsel: Microprocessors Son Proje
Şarkı:  grooveshark; We Are Scientists - Nobody Move, Nobody Get Hurt