28 Şubat 2011 Pazartesi

Sus Duymasın...


Bazen sayfalarca yazmak istiyorum, parmaklarım tuşlara dakikalarca değiyor ama ortaya çıkan şey aklımdakiler gibi karmakarışık, bütünden uzak.

İşte öyle anlarda derdimi anlatan şarkılar bulabildiğim için mutlu oluyorum.

"Ya sonrasına, ya onlasına hazır olacağım" demiştim. Galiba sonucu hepimiz biliyoruz.

Sus duymasın, nasıl ağladım
Beni terkedip gittiği zaman
Sus duymasın, söyleme sakın
Bana yolladığı o aşk mektupları ruhumda kazılı
Her doğum günü hüzünle örtülü
Dolaştım dağ tepe oradadır diye
Sus duymasın, söyleme sakın
Yıllar boyu hiç unutamadım
Dostum, sırdaşım; söyle ona, dönsün bana
Unutup geçmişi dönelim eski günlere
Sus duymasın, söyleme sakın
Yıllar boyu hiç unutamadım
Yalnız onu, (duymasın sakın)
Hala onu istediğimi,
Sevdiğimi, beklediğimi
Git artık söyle

- - -

Video: Zuhal Olcay ve Bülent Ortaçgil, Sus Duymasın

23 Şubat 2011 Çarşamba

Hayatımın En Önemli Buluşması Nasıl Geçti?

 

Masaya oturduğumda yüzüm bir hafta boyunca gittiğim her partide içtiğim litrelerce alkolden dolayı şişmiş durumdaydı. Adeta 3 senedir üstüme yeni bir şey almıyormuşçasına, yanında 215 kere giydiğim o gömlekle gelmiştim (bok vardı da başka bir şey giymemiştim); üzerimde ergenliğimden beri değiştirmediğim parfümümün kokusu vardı, cebimdeyse bana bilmem ne zaman aldığın ve şimdilerde Ayşe Teyze’nin gelip “cırt” diye yırtabileceği yıpranmışlıkta cüzdan; ama ayakkabılarım farklıydı n’aber, üstelik kendileri 200 teealeğ!

Herkes rakı içiyordu, ben bira içtim. Herkes gülüyordu, ben gergindim. Herkes üşüyordu, ben yanıyordum. Herkes bendeydi, ben sendeydim.

Sen katıldığın dalgıçlık klübünle denizler altında yirmi bin fersah, ben gittiğim Almanca kursuyla şayze. Sen fotoğraf çekmeye başlamışsın, ben fotoğraf çekmeyi bıraktım. Senin planında Miami’de yaşamak var (ama Miami Beach için önce vücut yapmalısın bebito), benim planımda Alman vatandaşı olmak var (ama önce patron kıçı yalayacağım bir şirkette iki sene falan çalışmalıyım aşkito).

Hem Amerika sıkıcı.

İçtiğim bira sayısı 5i bulduğunda “raad adam” olmuştum bile. Güldüm. Çok güldüm. Doğum günü kızının ablasıyla kim daha kevaşe diye tartıştık; umarım gerçekten fısıldayarak konuşmuşuzdur zira hatırlamıyorum. Ama sonra ciddi ol dediler sen tuvalete gidince. Döndüğünde ciddi olmaya çalıştım, olamayınca da “Skerler!” diyerek daha çok güldüm. Çok eğlendim, 23 Nisan’da ülkemize gelen bir Hans, bir Jonathan kadar şendim. İÇKİ TÜM KÖTÜLÜKLERİN ANASIYMIŞ.

“Telefonun hala aynı mı?” dedin. “Sende kayıtlı mı ki?” dedim. (Gerizekalı olduğumu söylemiş miydim?) Çaldırdın, kaydettim. Kaydederken ağzına sıçayım demeyi ihmal etmedim. Zira biliyorsun değil mi Sn. Flörtöz; o gece telefonunu vermeseydin, arada sırada “Acaba arayacak mı?” demezdim.

Sonra doğum günü kızının evine gittik. Kafamız 315 milyon oldu. Orda da çok güldük. Ben adeta ortam şebeğiydim. Sanki saatleri 4 yıl geriye almışız gibi. Hiç olmadığım kadar çocuk, hiç olmadığım kadar sevimli. Oysa kuul olacaktım hesapta, ne bileyim ciddi adam olacaktım. Gödgöbeh adını verdiğim vicdan azabımla TAŞŞŞ olmak sıkar biraz ama, kassaydım belki kuul olabilirdim. Olamaz mıııı, olabiliiir (gülüşmeler…)

Sonra taksiye bindik. “Evine çağırırsa gitmem!!!” dedim içimden. Halbuki gel desen itler gibi gelirdim. Zira uzun zamandır Rahip John modundayım; benle sevişmek isteyenleri reddettiğimden: bir ben, bir daha ben, bir de sağ elim. Demedin. Aslında hiçbir şey demedin. Demedik. 10 dakika boyunca sohbet namına ettiğimiz tek şey, evinin önündeki yokuşta taksi zorlanınca “Yokuş sertmiş.” şeklindeki cümleme karşılık verdiğin “Evet ya.” oldu. Aferin bize. Sonra yanağımdan öptün. Ben de diğer yanağından. Taksiciyle senden daha fazla muhabbet ettim eve dönerken. Zira adresi sordu, açıkladım.

Sonra eve geldim. Uyudum.

Bu da böyle bir anımdı.

Acımadı kiiiiiii. (yersen.)

 - - -

Görsel: deviantart; sunday morning wander by andyp89
Şarkı: grooveshark; Jamiroquai - Love Foolosophy

16 Şubat 2011 Çarşamba

Şubat Depresyonu - Final


1,5 yıl ardından ilk defa gitti elim o dosyaya; öylece, kendiliğinden. Tarihlerine göre sıralanmış onlarca video, yüzlerce resim, binlerce kelimeden oluşmuş MSN konuşmaları…

Ağlamak için baktım fotoğrafların hepsine tek tek; yetmeyince ağlarsam rahatlarım diye izledim tüm videoları baştan sona; yetmeyince “belki şimdi” diyerek okudum tüm yazışmalarımızı…

Ama ağlamadım. Ağlayamadım. Gülümsedim, hem de bolca.

Şu an inanılmaz bir biçimde huzur doluyum. Bunca zaman sonra “o zamanki kendime” baktım da; ne kadar da gerizekalıymışım! :)

Bugüne kadar “Ben aşka aşığım, onunla yaşadıklarımızı istiyorum, özlüyorum!” diyordum. Şimdi o günlere geri dönmek, istediğim en son şey. 19 yaşındaki o ergen çocuk değilim ki ben artık; bir sevgilim olsa o şekilde davranmam, o kavgaları etmem, o sözleri söylemem, o şeyleri istemem… “Tüm olumsuzlukları bir yana bırakarak…” demiyorum; tüm olumsuzluklarıyla hepsi mükemmel anılar; o kadar çok gülümsedim ve hatta yer yer kahkaha attım ki şu an yanak kaslarım ağrıyor; ama hepsi birer anı olarak kalmak zorundalar. Çünkü ben bambaşkayım; biliyorum ki o da bambaşka.

Yazmamıştım buraya ama bu cumartesi bir ortak arkadaşın doğumgünü vesilesiyle görüşüyoruz Çocukla. Sanki eski sevgilimi görecekmişim gibi değil de, yepyeni bir insanla tanışacakmış gibi hissediyorum şimdi. Ve bunu hissedebilmek, hayatımda beni en çok mutlu eden şeylerden biri.

Üzgünüz seyirciler, sizleri şaşırtıyoruz. Şubat Depresyonu adlı dizimiz bugün itibariyle sona erdi. Bir daha hiçbir Şubat’da yeni sezonlarla gelmemek üzere bitti.

Çünkü hayat devam ediyor ve geride bıraktıklarımız bizi yalnızca mutlu etmeli.

- - -

Görsel: Bilgisayarda olan - ve sonunda silinen fotoğraflardan biri.
Şarkı: grooveshark; The Courteeners - Not Nineteen Forever (daha iyi bir şarkı gitmezdi  :))

14 Şubat 2011 Pazartesi

Geçer, Geçer.


Ben her bahar aşık olurum diyen insanlar var ya hani; bense her şubat ‘böyle’ olurum.

Yok, yok; sevgililer gününden bahsetmiyorum. Açıkçası sevgililer günü pek de şeyimde değil. BÖYLE’den kasıt, kendini barlara atmacalar, her akşam partilere koşmacalar, deli gibi içmeceler, bol bol kahkaha atmacalar, eve takside sızarak gelmeceler, falancalar, filancalar.

Biz buna halk arasında “Şimdi gel de gör beni, bambaşka biri; topladım dağılan kalbimin her köşesini” halleri diyoruz. Ama yalan.

Kime nispet yaptığım konusunda hepimiz hemfikiriz sanırım, ama tüm bu hafifmeşrepliği o kişinin umursayıp umursamadığı konusunda şüphelerimiz olsa iyi olur.

Şubat Depresyonu adlı dizimizin, 3. Sezonunda yine sizleri şaşırtmayacağız sevgili izleyiciler. 16 Şubat gecesi bol bol zırlayacağız, ardından daha çok partiye gidip, daha çok içeceğiz; Şubat sonunda ise eve kapanışı gerçekleştirip bir süre hayata küseceğiz.

Ama sonra her şey normale dönecek… Zaten hep dönmüyor mu? Bir sonraki Şubat’a kadar?

Ben gideyim de sızayım. Sevgilisi olanlar bugün sizle konuşmuyorum; Evli-Mutlu-Çocuklu’lar bugün sizi umursamıyorum. Sevgilisi olmayanlar, telefonum: 0555 833 .. ..

Öptüm.

- - -

Görsel: deviantart; SarIL da tam olsun by KalbiCamdan
Şarkı: grooveshark; Klaxons - It's Not Over Yet

9 Şubat 2011 Çarşamba

Sen Takıl Öyle.

  
“Ama bana aşıktı, aşk öylece geçip gider mi ki?”

          Bahanelerle dolu iç dünyamda AMA’lara her zaman bir yer var.
  
“Ama şimdi İstanbul’da, aramızda on üç saat mesafe yok.”

          “Sonrasına hazırım…” diye kendimi kandırıyorum.
  
“Ama şimdi farklı, kendi evi var, kaçmak zorunda değil ailesinden, kaçamaklar zorunlu değil.”

          Aslında sadece “Onlasına hazırım…”
  
“Ama sevgilisi de yok… muş.”

          Hayır, Adana bana yaramadı.

- - - 

Görsel: Blue Valentine'dan.
Şarkı: grooveshark; Josephine Cronholm - If I Apologised

6 Şubat 2011 Pazar

Memleket, Saniye Teyze ve Diğerleri...



Her Adana yolculuğundan önce aynı şeyi düşünüyorum: “Memlekete gidiyorum.”

“Zaman her şeyi iyileştirir” masalını ne de sever insanlar. Zaman iyileştirir belki yaraları, ama anıları eskitir, bayatlatır.

Yıllardır uğramadığınız bir kente geldiğinizde ilk fark ettiğiniz birkaç kapanan, birkaç da açılan kafe dışında o şehirde pek bir şeyin değişmediğidir.

Ama bir gelişinizde öğrenirsiniz ki komşunuz ölmüş. Hani her geldiğinizde kapısını tıklatıp dakikalarca sarıldığınız, aileniz yazlıktayken yemek yapıp “usta aşçıya” tattırdığınız, gece onda oturup okey oynadığınız, sabah çayına gittiğiniz, kahve falı baktırdığınız… Saniye Teyze yoktur artık, bir daha da hiç olmayacaktır. Sonraki gelişinizde kocasının kederle gülümseyen yüzünü görmemek için ertelersiniz çalmayı, ama eliniz uzanmıştır bir kere kapıya ya; içiniz nasıl burkulur, yüreğiniz nasıl acır.

Bir gelişinizde yıllardır görmediğiniz, görmek için can attığınız eski dostlar, size tek bir saatini ayırmaz; ama yıllardır sizi aramayan, hal hatır sormayan arkadaşlar, memlekette olduğunuzu duyduklarında aramadığınız için size küserler. Kim dosttu, kim düşmandı şaşırırsınız; bir başınalığınızla kalırsınız koca şehirde, bir daha geri dönülemeyecek mutlu zamanların mutsuzluğu eşliğinde...

Bir gelişinizde sevdiğiniz yoktur artık; ama her yerde anılarınız vardır. Anılara sarılmak istersiniz ama buram buram çürümüşlük kokar anılar. Bugün dolmuşa bindiğiniz yer eski sevgilinizin sizi uğurlarken “yanağınızdan öpermiş gibi yaparak dudağınızdan öptüğü yer” idi mesela. Sonra oturduğunuz kafe, tavlada 5-0 yenildiği için size küstüğü, barışmak için yemek ısmarlattığı yerdi. Dudağınızı ısırırsınız ağlamamak için, sorulardan kaçarsınız; içe içe, içinize ağlarsınız. Eve geldiğinizde çok geçtir artık, çünkü göz yaşlarınızın hepsini derinlere akıtmışsınızdır, daha sonra serbestçe çağlayabilsinler diye.

Yoruldum. Yaşlananlardan, ölenlerden, çürüyen anılardan, kapanan kafelerden, bilmediğim mekanlardan, tanımadığım yüzlerden, eski sevgilimle yaşadıklarımı hatırlayıp üzülmekten, koptuğum dostlarımdan, kopamadığım yılışıklardan, dayanamayıp açtığım günlüklerden, “her zaman” ile biten hatıra defterlerinden, fotoğraflardan…

O yüzden…

Her İstanbul yolculuğundan önce aynı şeyi düşünüyorum: “Memlekete dönüyorum.”

- - - 

Görsel: deviantart; Sleep by Neumorin
Şarkı: Mice Parade - Tales of Las Negras

1 Şubat 2011 Salı

Gidiyorum Bütün AA'lar Yüreğimde.



Finallerin bitmesiyle gelen boşluk çok fena. Sürekli bir “ders çalışman lazım” hali. Peki ben ne yapıyorum? Facebook’da Zuma Blitz oynuyorum, hem de çılgınlar gibi bebeğim, yeah.

Sömestr tatilim başlamıştı aslında, ama bugün (uyumadığım için “bugün”, yoksa Pazartesi) dandik bir projeyi bitirebilmek için tam 8,5 saat okulda kaldık. Sınıfça. Boş fakültede. Sadece biz. ULAN!

Proje “LCD’ye simültane yazı yazdırma” olarak özetlenebilecek bir şeydi. Eğer koca sınıfı bir laba tıkar, "Ödevi bitirin yoksa notlar CC’den başlar!" dersen; yazdırdıkları ilk şey yukardaki olur. Benim fikrimdi, çok güldüm, hala da gülüyorum.

Şu anda bu yazıyı yazarken bir yandan bavul topluyorum, bavul toplama işi bitince tıraş olur duş alırım diyorum ama bilmiyorum ki bitecek mi. Bavul toplayan hallerim çok çirkin. 6 gün kalacağım için her şeyden 6şar tane alma zorunluluğu hissediyorum. 6 çorap, 6 boxer, 6 uzun kollu, 6 alta giyilecek kısa kollu… Bavul parası girmesin diye mecburen 3 pantolon, 2 ayakkabı, 3 ceket. Gay olduğum çok belli abi. Candan Erçetin aşkı yüz metreden tanıyor, ben gayi bavul toplamasından tanıyorum.

Annemin bana Hansel muamelesi yapması ise ayrı bir korkutucu. “Finaller bitti gelsin rejim!!” derken bugün telefonda ıspanaklı börek hazırladığını, tiramisu yaptığını ve yaprak sardığını öğrendim. Akşama da kebap yermişiz. Bir de akşamı var yani, sen düşün. Gece de ciğer yemeye gideriz artık. aq.

Yolculuk kebap kokan memlekete... Adana dediniz ve bildiniz! 05.00'de servisim var. Arkamdan su dökebilirsiniz, ama lütfen konuşmayın.

Hepinizi uçaktan öpüyorum.

- - -

Görsel: Microprocessors Son Proje
Şarkı:  grooveshark; We Are Scientists - Nobody Move, Nobody Get Hurt