29 Ocak 2009 Perşembe

Aidiyet


Gözlerim bir kör kuyu
Ve yalnızlık,
Boynumdan hiç çıkarmadığım,
Ağır, siyah bir kolye.

Soğuk yatağımda uzanmış,
Bedenimi ısıtacak elleri ararken;
Bana ait olmayan kaoslar için ağlıyorum,
Ben kendime bile ait değilken.

26 Ocak 2009 Pazartesi

Kozamın İçinden Sesleniyorum!

Biraz sakinleşmeye, kendimi dinlemeye ihtiyacım var son zamanlarda; ama bunun için bile boş vaktim yok...

Bu hafta 3 finalim, 1 proje sunumum var; bir de makale yazıp o makalenin sunumunu hazırlamam lazım. Okul bu hafta kapanıyor, final haftası bitiyor yani; ama bir sonraki haftaya başka bir proje bitirmem ve okul kapalıyken (!?) o projeyi sunmam gerekiyor.

Bunun dışında bir dolu sorunum, çöp kovam dolusu hayal kırıklığım, ve oramı buramı kesen 'can kırıklarım' var.

Hayat bu yaşta emo olma yolunda emin adımlarla ilerletiyor beni son zamanlarda ve ben, 'anonim' izleyicim Alien'ın deyimiyle, "more ergen than ever" modlarındayım sevgili blog.

Yine de, derse ara verdiğimde tam gaz yazıyorum; Bir Geceliğine Oneiros Olmak serisinin devamını getiriyorum mesela.. Şubat'ın gelmesiyle beraber kısa aralıklarla koyacağım hepsini buraya; 5 tane olacak toplamda; birincisi burada zaten, iki tanesini de yazdım.

Sıkıntılardayım blog, kahve kupamı şerefine kaldırıyor ve ufaktan geri dönüyorum derse.

A, bu arada; sevgiler herkese...

23 Ocak 2009 Cuma

Son Bir Yazı O Yaşlı Sayfalardan...


Sabahın ilk ışıklarıyla terk edilmiş, kirletilmiş; benliğinde kendini kaybedip sızmış bir sarhoş, mesai saatinin bittiğini gösteren şafak ışıklarıyla toparlanıp evine dönmekte olan bir orospu ve şu ilk merdivenin yanındaki, en üstteki ağacın dibine sinmiş evsiz, yalnız, çaresiz bir sokak çocuğunu barındıran Moda Sahiliyim ben bugün.

Dalgalar vururken kayalıklarına gözbebeklerimin, çukurları doluyor usul usul tuzlu suyla. Dalga çekilince boşalıyor oluklar; içime bir deniz doluyor her dakikanın yarısında ve içimden bir deniz boşaltıyorum o dakikanın bir ömür süren ardında.

Sarhoş, tek gözü açık, kusuyor içindeki her şeyi çiy birikmiş toprak kokulu yemyeşil çimenler üstüne… Sarhoşu kimse tanımıyor; çünkü artık kimseye tanıtmıyor kendini, anlatmıyor, korkuyor. Saklanıyor bir zamanlar saklanmadığı hayatından, Moda ona yeter. Moda ona dost. Bu sahil ona ölüm…

Yalnızca göz ucuyla dönüp bakıyor orospu, sokak çocuğuna. Tertemiz bir yürek neden bu kadar kirli bir kadere sahip olur ki diye düşünüyor. İç çekiyor. Bir zamanlar o da temizdi; sonra girdi içine ve gitti hepsi; geriye acıları kaldı üstündeki bedenlerin ve o bedenlerin izleri, en dip köşelerine nüfuz eden kalbinin. Moda para ona. Moda acı ona. Bu sahil ölüm ona…

Çocuk rüyasında bir ev görüyor. Sıcacık, mutlu bir yuvayı; sevgilisini onu sarıp sarmalayan, paylaşan derdini, anlatan kendini… Öylesine mutlu, öylesine canlılar ki. Açmak istemiyor gözlerini bu donuk dünyaya; rüyalar daha iyi, rüyalar daha güzel. Ona Moda sığınak. Ona Moda soğuk. Ona bu sahil ölüm…

Ben bugün barınağıyım hiçliğe karışmış yenik ruhların. Kapımı günün ilerleyen saatlerinde açıyorum insanlara. Oysa onlar bilmiyor ki üzerinde yürüdükleri, koştukları, içtikleri o cıvıl cıvıl, şen şakrak, kalabalık Moda değilim ben. Ben insanların üstüne işedikleri, kustukları; üstünde küfrettikleri, körpe ya da kart, bedenlerini sattıkları ıssız, karanlık, yitik bir yerim.

Ben o sarhoşum, ben o sokak çocuğuyum, ben o fahişeyim.

Eskidense o sokak çocuğunun kurduğu sıcak düşler gibiydim. O sarhoşun kendini anlattığınca hayatı sevdiği yerdim ben. Ben eskiden umuttum, gün batışının güzelliğiydim, özeldim, tektim.

Ve ben eskiden seninleydim, sanki sendim…

Şimdi anmıyorsun bile beni sevgili üstünden geçtiğin yollarda; sen bir zamanlar yalnızca benim kıyımdan yürürdün oysa...

Kasım ’08,
Moda.

20 Ocak 2009 Salı

Öylesine.


Bu gece Ayten Alpman’a teslim ettim ruhumu; sarsın biraz, okşasın diye…

Dumanaltı odamda oturmuş kahvemi yudumluyorum. Ne hissediyorum bilmiyorum. Kendim için, hayatım için, senin için, onun için; sizin, bizim, onlar için…

Korkuyorum ve neden korktuğumu bilmiyorum.

Ağlıyorum ama neden ağladığımı bilmiyorum.

Ya da biliyorum, ama bu blogta bile kendime sansür uyguluyorum bugün.

Bu gecelik affet beni blog’um…

Bu ergen ruh halimden sıkıldın belki ama; en azından son zamanlarım için Ayten Alpman'dan gelsin sana cevap, "Ben böyleyim..."

16 Ocak 2009 Cuma

23.


Soruyorum kendime…

Zaten bitmiş bir ilişki tekrar başlamadan daha kaç kere bitirilebilir? Sevdiğin, taptığın adam; seni kendi elleriyle, kaç farklı yolla ve kaç kere daha öldürebilir? İçimdeki bu boşluk daha ne kadar büyüyebilir? Bir başka sinir krizinden sağ çıkacağımı kim garanti edebilir?

Çok yorgunum çocuk! Uygulamak için aldığın kararlardan, sonra hepsinden vazgeçmenden, her vazgeçişini beni nasıl paramparça ettiğini, kanattığını düşünmeden bana anlatmandan; bir anının bir anını, bir söylediğinin diğer söylediğini tutmamasından yoruldum.

Doğru bilmiyorsun çocuk, bir ilişkide her zaman ‘ kazanan’ ve ‘kaybeden’ taraf yoktur. Gün gelir, her iki taraf da kaybeden olur.

“Sen beni kaybediyorsun, bense bizi...” diyen feanor, elbet bir gün bundan da yorulur.

14 Ocak 2009 Çarşamba

"Gidişler Hep O Gidiştir..."

noname.morosophe'un özel izniyle, uzun zaman sonra, bir başka veda mektubu..
Aslında zamanında yazmalıydım bunu, ama şimdi döküldü kelimeler ellerimden. Seni anlatır mı bilemem noname,
LÂL; senin 'oyununla' kendim için yazdım. Umarım beğenirsin...

"artık gitme zamanının geldiğini düşündü kadın.. gitmeden bir mektup yazmak istedi geride bıraktığına.. ve başladı yazmaya:
artık gitmeliyim.. gitmeliyim çünkü.."

Gitmeliyim çünkü...

Tenin tenime her değdiğinde sana söyleyecek binlerce aşk sözcüğü geliyor dilimin ucuna. Söylememeliyim; yutmaya çalışıyorum hepsini, ama yutamıyorum; kendi sözcüklerim tıkıyor nefesimi, boğuluyorum kelimelerimle...

Gitmeliyim çünkü...

Olmayacak düşlerin peşinde koşuyor katran karası yüreğim. Yavaş yavaş zehirliyorum bedenimi hissettiklerimle; herkes kafa sallıyor "Anladım.." diye ama kimse bilmiyor, kimse anlamıyor; bir intihar bu, öldürüyorum kendimi hem seninle hem sensiz geçen her saniyede...

Gitmeliyim çünkü...

Bana dokunmak istemediğin her an nefret ediyorum bedenimden. Bir hançer sokup kanatasım geliyor kollarımı, boynumu, yanağımı. Yeni bir deri, yeni bir beden sunmak istiyorum sana, belki onu seversin, öpersin diye.

Gitmeliyim, çünkü seviyorum seni.

Gitmeliyim, çünkü sevmeyeceksin beni.

12 Ocak 2009 Pazartesi

Bir Geceliğine Oneiros Olmak... - ( I ) - Uyku


Işıklarımı kapattım, perdelerimi çektim ve sırtüstü uzandım yatağıma. Önce sakinleşmesini bekledim bedenimin; yavaşça aldım nefesimi, tuttum birkaç saniye ve geri verdim aynı yavaşlıkla, defalarca…

Ve karanlık usulca örttü üstümü.

Bu gece, uzun zamandır yapmadığım, yapmaya cesaret edemediğim bir şeyi yapacağım yine. Sonuçlarına katlanabileceğime inandırmaya çalışıyorum kendimi; uyuyamayacağım birkaç gün, yalnız kalmaktan korkacağım, psikolojim alt üst olacak. Olsun, katlanabilirim neticelerine; o duyguyu tekrar yaşamak istiyorum çünkü, değer tüm o külfetlere…

Uyku ile uyanıklık arasındaki ince çizgideyim şimdi, gözlerim kapalı. Tavandan aşağı doğru, göğsümün üzerine sarkan altın renkli bir halat hayal ediyorum; tavandan, duvarın içinden geçip sonsuzluğa karışıyor ve tam bedenimin üstünde, kıpırtısız, onu tutmamı bekliyor.

Hayal ediyorum; kolumu yavaşça kaldırıp halata dokunduğumu, sonra diğer kolumu da kaldırıp halatı iki elimle sıkıca kavradığımı… Acele etmiyorum, sakinim, heyecanlanmamaya çalışıyorum. Kendimi olacağını, duyacağımı bildiğim şeylere hazırlıyorum.

Hayal ediyorum; sıkıca kavradığım halata doğru kendimi ağır ağır çekiyorum. Aşağıda, gitmemi istemeyen bacaklarımın uyuştuğunu hissediyorum. Bir karınca kolonisi yürüyor derimde, tenimi ısıra ısıra, kopara kopara... Başlamasını bekliyorum, çünkü biliyorum, uyuşma her zaman ilk aşamadır.

Hayal ediyorum; bedenim birkaç milim oynuyor yerinden. Ve işte o an ‘çatırtı’yı duyuyorum. Vücudumdaki her bir kemik çatlıyor, kırılıyor, un ufak oluyor sanki. Acı hissetmiyorum, sadece duyuyorum o sesleri; duyuyorum ve korkuyorum. Ardından ‘uğultu’ geliyor; görünmeyen eller kulağımın tam dibine dev deniz kabukları tutuyor; denizler uğulduyor kulaklarımda, dalgalar vuruyor kulak zarlarıma; gözlerimi açmak istiyorum, ama açmıyorum; çünkü biliyorum ki gözlerimi açarsam sona erecek, olmayacak, yapamayacağım, başaramayacağım...



Nefes al, tut, ver. Nefes al, tut, ver. Nefes al, tut…

Sakinleş.



Hayal ediyorum; milim milim değil santim santim kalkıyor bedenim artık yataktan, görünmeyen eller geri çekiliyorlar usulca, belki de kırılacak kemiğim kalmadı artık ve de; sesler gidiyor, sesler susuyor ve ben doğruluyorum yatağımda; sonra bacaklarımı indiriyorum yatağımdan aşağıya ve ayağa kalkıyorum.

Ardımda ne olduğunu biliyorum; artık onu gördüğümde şaşırmayacağımı da…

Arkamı döndüğümde kendimi görüyorum. Yatağımdayım, derin uykuda. Ölümlü bedenimi izliyorum bir süre, beni ona bağlayan enerjiyi hissediyorum ve gülümsüyorum kendi bedenime; başardım bir kez daha.

Bu gece, yıllar önce yaptığım gibi, evin başka odalarında dolaşmayacağım; ya da son bir senedir yapabildiğimi yapıp, başka insanları ziyaret etmeyeceğim uykularında…

Bu gece Oneiros olmak istiyorum ben, Hypnos’un oğullarından biri olmak istiyorum; bu oyunu oynamak istiyorum.

Dünyanın akışına kendimi bırakmayı değil, kendi rüyama hükmetmeyi istiyorum bu gece.

Derin bir soluk alıyorum, derin bir soluk oluyorum. Gözlerimi kapatıyorum ve hiçliği hayal ediyorum. Gözlerimi kör bir karanlığa açıyorum sonra; sıfır noktasındayım artık her şeyin, efendisiyim hiçliğin.

Bir kere daha kapatıyorum gözlerimi, düşümde düş kurmak için. Kalbim göğsümü parçalayacakmış gibi atıyor ve ben gerçek hayatta hiçbir şeyden alamayacağım hazzı, daha başlangıcındayken her şeyin, rüyamda alıyorum.

Gözlerim kapalı, gülümsüyorum.

Ve başlıyorum…

8 Ocak 2009 Perşembe

Feanor, the MİM manyağı...

Damarlarımda kan yerine kahve aktığını hissettiğim; günde üç öğün sade-şekersiz nescafe ve burnlerle beslendiğim şu sınav döneminde (bkz: üstteki fotoğraf), 3 adet mim aldım efendim. Neyse ki 2si aynı, 2 adet mim ile kafanızı şişireceğim; ama fark ettiğim bir şey var ki keyifli yazılarım genelde mimlerden oluşmakta, bakalım bu yazı nasıl olacak, hayırlısı.

Pek bi sevgili Esrik Öfke; "Blog yazmayı bırakmayı düşünür müsün?" diye sormuş bana.

Hayır :D Çünkü günde neredeyse 18 saat boyunca açık blog; çılgınlar gibi okuyorum ve yazıyorum. Eskiden kendime yazardım arada sırada ama burayı açtığımdan beri hep yazasım geliyor; hatta sırf bu yüzden Beenmaya ve Thesaurus'un önerisiyle gittim kendime defter aldım, otobüste, hedede hödöde aklıma gelirse açıp yazayım diye; nitekim yazıyorum, hatta yazılarımda da bahsediyorum bordo günce olarak; aramızda duygusal bir ilişki gelişti zaten, arada kendimi sayfalarını okşarken buluyorum falan. Neyse. Budur yani cevabım; blogu çok seviyorum ve kesinlikle kapatmayı düşünmüyorum :)

gayyor ve eğreltiotu beni anketimsi bir mimle mimlemişler. Soruları yazmayacağım, cevapları vereceğim. Topu kimseciklere atmayı düşünmüyorum bu seferlik çünkü. Yazıktır günahtır, sınavları vardır insanların; ya da sınav hazırlıyorlardır mesela... (karoshi =) ) Soruları yazmayacağım için bir "Introduction to Feanor" yazısı olacak gibi hissediyorum, kısmet...

*'Halet-i ruhiye' ve 'mütemadiyen' kullanmayı sevdiğim kelimeler benim, 'her daim' var bir de. Eğreltiotu, senin en sevdiklerinden mamafihi sevmem pek. :P Ama nefret ettiğim kelime yok sanırım.
*Beni aşk heyecanlandırır, ve evet obsesyonlarım öldürür bu heyecanı genelde (ya da biter falan.) En sevdiğim ses Şebnem Ferah'ın sesidir, her daim duyayım, kendimden geçeyim, 32 dişimi gösterip sırıtayım, ya da tanrıçamı dinlerken oturup ağlayayım isterim. Nefret ettiğim ses tikicanların sesidir, çekemiyorum.
*'Büyüyünce' doktor olmak istemezdim, kan görünce bayılan tiplerdenim. Hangi doğal yeteneğe sahip olmak istersiniz? denmiş; ben kahve falı bakabilmeyi isterdim, çok da doğaüstü bir istek olmamalı, adam gibi bakan çok insan tanıyorum çünkü, hepimiz Heroes olamayız, olmamalıyız. Kendim olmasaydım ise Mehmet Günsür olmak isterdim. Buradan sıcacık 'sevgilerimizi' yolluyoruz kendisine.
*Hayatım boyunca hep İsyanbul'da yaşamak istemişimdir, neden bilmiyorum, aşığım buraya.
*En önemli kusurum, herkesin benim düşündüğüm gibi düşündüğünü zannetmem. Benim düşündüğüm gibi düşünmelerini istemiyorum, dikkatinizi çekerim; zaten öyledir diyorum, bu daha kötü.
*Bana en fazla keyif veren kötü huyum son zamanlarda sigara.
*Kahramanım Sandman. Seviyorum, tapıyorum, rüyalarıma hep o gelsin istiyorum! :)
*En çok siiiiiktir! derim ben küfür olarak.
*Şu anki ruh halim uykulu, beynimi çıkarıp masaya koymuş gibi hissediyorum. Bana bakıyor, gülümsüyor, hayırdır inşallah, hey!
*Hayat felsefemi "Hayat sevince güzel, sevince tatlı günler, bir kuşu kelebeği, bir taşı sevin yeter" gibi harikulade sözleri içinde barındıran Ayşecik şarkısı gerçekten iyi özetliyor.
*Mutluluk rüyam sevgilimle mutlu mesut yaşamak, çok klasik, ama güzel bence. Mutsuzluğun tanımı ise benim için yalnızlıktır; yalnız kalmaktan hep çok korkmuşumdur, tutunacak dostlar lazım bana, hayat enerjim onlar benim :)
*Nasıl ölmek istersin? diye sorulmuş, intihar edeceksem ilaçla ya da ilk ve son defa altın vuruşla, keyifli keyifli falan. Doğal yolla öleceksem uykumda.
*Öldüğünüzde cennete giderseniz Tanrı'nın size kapıda ne söylemesini istersiniz? diye sorulmuş en son. Şimdi ölürsem ve cennet varsa; benim yerimin orası olacağını pek sanmıyorum. Ama piyango bana çıkmış ve hak kazanmışsam eğer, "Gel gel erkek huriler de var burada" denmesini tercih ederim galiba :)

Gayet uzun bir yazı olmuş. Umarım memnun edebilmişimdir efem. Çok laubali bir entry oldu ama neyse. Birkaç güne depresifliğime geri dönerim nasıl olsa.

Sevgilerle :)

7 Ocak 2009 Çarşamba

Anılar...


Güneşli, sıcak bir yaz günü, odamdayız. Sen oturuyorsun koltukta, bense dizlerine uzanıyorum. Elinde kağıt kalem tutmuş “Hadi,” diyorsun gülümseyerek, “ileride yaşayacağımız evi anlat bana…”

Tüm şebekliğim üstümde benim. “Kocamaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaan bir evimiz olsun istiyorum!!!” diyorum hemen. Yanaklarımı okşayan sıcacık elini çekiyorsun, kağıda bir şeyler karalamaya başlıyorsun ve soruyorsun: “Başka?”.

Sesim daha da çocuk artık, küçücük oldum dizlerinde, oyun oynuyoruz beraber. “Etrafı çitlerle kaplı olsun ki kimse bizi görmesin havuzda seni deliler gibi öperken; iki katlı olsun evimiz, geniş bir terası olsun üst katta, bahçesinde minik bir garajı olsun; bir de köpeğimiz olsun, golden retriever, onun için de bir kulübe olsun.” diyorum.

“Pembe panjur da ister misin?” diye soruyorsun sonra, sırıtarak. “I-ıııh,” diyorum, “o çok gay!”. Gülüyorsun, öpüyorsun yanaklarımdan, “Tamam o zaman, bitti!” diyorsun.

“Nerede yaşayacağız peki?” diye soruyorsun kağıdı bana uzatırken. “İsveç ya da Hollandaaaa!” diye bağırıyorum ben de.

“Peki,” diyorsun “seninle olsun da…”



Tam artık yeni bir şey eklemeyeceğim diyerek kaldırmışken tenha köşelere “Anı Kutumuzu”, bu resmi buldum karalama kağıtlarımın arasında, gecenin üçünde, finalime hazırlanırken. Ağlamadım, sızlanmadım; gülümsedim sadece…

Bugün bir parça daha ekledim senden, senden kalanlara; gerçekten, yürekten söylüyorum: iyi ki girmişsin hayatıma…

5 Ocak 2009 Pazartesi

Görmüyorum-Duymuyorum-Konuşmuyorum; Yazıyorum...


Hayatımdaki en güvendiğim insanlar bile bana yalan söylüyorsa; ben dostluğun hala var olduğundan, ya da hayatımdakilerin her daim hayatımda kalacağından nasıl ‘bu’ kadar emin olabilirim ki?

Başıma ahlak polisi kesilip değer yargılarımı sorgulamaya cür’et eden ortam ibnelerinden, “Tüm kapılarımı açtım sana!” derken sırlarını halının altına itelemiş eski sevgililerden; gözümün içine baka baka, gözüne bakışımla onun yalan söylediğini anlayacağımı düşünemeden, yalan söyleyen on yıllık eski dostlardan bunaldım, sıkıldım; onlar yüzünden paramparça oldum, yeter!

Artık kimseyi değil kendimi suçluyorum! Bu kadar mal olduğum için; herkesi bu kadar kolay sevdiğim için, herkesin hayatında yer almak istediğim için, seçici olamadığım için, ayırt edemediğim için..! Bir de beceremediğim bunca eylemle birlikte, bu kadar kırılgan olmayı becerebildiğim için; her gidenin ardından benliğimi oraya buraya savurduğum için, ezilip büzüldüğüm için, iki büklüm ağladığım için..!

Bir İsveç rüyasına uyumak istiyor artık bedenim; belki ‘orada’ biraz olsun büyüyebilirim.

2 Ocak 2009 Cuma

Unutamayışlar


Bir elimde kahve, diğer elimde yeni yaktığım sigara; pencere önünde oturmuş yağan karı seyrediyorum odamın karanlığında. Sokak lambası aydınlatıyor yeni aldığım defterimi ve ben ilk notlarımı düşüyorum bordo güncemin sayfalarına...

Bu gece, yine, yaşadıklarımız değil yaşamayı planladıklarımız dağlıyor sol göğsümü. Kar yağarken gelecektin İstanbul'a ve biz dudak dudağa yürüyecektik seninle İstiklal'de, "Tanıdık olur mu?", "Bize bakarlar mı?" demeden; gülümseyerek...

Şimdi düşünüyorum da; kalbim yeni sevgililere tok, ilgiye aç benim. Zaten bu 'açlık'; insanlara değil 'aşka' aşık olma sebebim...

Korkuyorum bugün seninleyken hissettiğim hiçbir duyguyu başkasıyla hissedemeyeceğim diye, o ruhumu inleten mutluluğu bir kez daha yaşayamayacağım diye; ilktin çünkü sevgili, en özelimdin.

Sanırım sana veda ettiysem de yazılarca; paylaştığımız hiçbir şeye edemedim.

Gelsen, sarsan şimdi beni bu kör karanlıkta; öpsen kesmek istediğim şah damarımdan...

'Seni' unutmaya çalışarak 'bizi' hatırlamaktan yorgun düştü artık benliğim...

1 Ocak 2009 Perşembe

Kısacık Yeni-Yıl-Sonrası Yazısı...


Hayatımı 'keşke'lerle süsleyerek veda ettim 2008'e; 2009'a ise odamı dostlarımla süsleyerek başladım.

Şebnem Ferah çalıyor şu an; mutluluğuma mutluluk katıyor:

"Hayatıma giren herkese, yaşanmış her şeye;
Teşekkürler,
Büyüyorum sizinle..."

Sevgiler herkese... :)