15 Aralık 2010 Çarşamba

Yerme, Yerler.




Hayatım boyunca herhangi bir insandan nefret edecek kadar tiksindim mi ya da tiksinecek kadar nefret ettim mi bilmiyorum; olduysa bile gelip geçmiştir, kalıcı olmamıştır. Kinci bir insan değilim, parlar ve sönerim. Bu da babamdan aldığım nadir özelliklerden sanırım.

Adam, tuşlar ardında yaşıyor. Zehri tuşlara akıyor; tuşlardan ekrana, ekrandan birinin “Bak!” demesi üzerine başkasına. Yüreği yok adamın; yüze konuşmayı bırak, yazışarak konuşacak kadar bile cesareti yok. Oysa ne kadar da heybetli gösteriyor kendini, ne kadar “aşık”, ne kadar “seven ama sevilmeyen”, ne kadar “hep yanlış insanlara rastlamış.”

Hayat dediğimiz 60-80 sene içinde, hayata ne verirsen onu aldığını düşünürüm bazen. Sen kustukça, kusarlar yüzüne; sen küfrettikçe küfür yersin, arkadan konuştukça arkandan konuşurlar; negatifsen mükafatın negatiftir: ektiğini biçersin.

Aslında bir hiç adam. Yanlış anlaşıldığını düşünen ama aslında ÇOK doğru anlaşılan, kaybettiklerini hep bir nedenden ötürü kaybeden, o nedenin kendisi olduğunu bir türlü çözemeyen; bunun yerine sevgi ve saygı dolu avuç içi kadar ve sımsıcak “taşralı” yüreğinin, “şehir komünlerinin” sert elleri altında paramparça edildiğini varsayan... Bırak varsaysın, bıraksın biz de onu yoksayalım. Mükafatı budur çünkü.

Ben mükemmel bir insan değilim; hatalarım yüzünden acı çektiğim zamanlar oldu, yaptıklarım için hiçbir pişmanlık hissetmediğim zamanlar da; herkes gibi... İlgiye boğduğum zamanlar, ilgi istediğim zamanlar, kabuğuma çekildiğim zamanlar, kabuğa gitmek istemediğim zamanlar… Etrafımdaki insanlara neysem,nasıl hissediyorsam o an, öyle davrandım nabza göre şerbet vermek yerine. Gelip gidenleri bir kenara bırakırsak, hayat beni, neysem öyle seven onlarca dostla ödüllendirdi bence bu yüzden; yıllanmış, yıllanacak, biricik dostlarla. O yüzden, dört yazı öncesinde yazdığım gibi; giden gitsin; gitmek isteyeni tutamazsın, bir de sen “sen” olduğun için gidiyorsa, zaten tutmamalısın.

Aklı bir hesap makinesi adamın. “Sen beni şu kadar aradın.” diyor. “Ben seni şu kadar aradım.” İkisini çıkartınca birbirinden, elinde negatif kalıyor. Ben sana şu kadar konuştum, sen bana bu kadar konuştun. Seni şu kadar dinledim, beni bu kadar dinledin. Bu kadar değer verdim. Şu kadar değer verdin. Yaptım. Yaptın(!). Ettim. Ettin(!). Oysa edebilirdin, yapabilirdin, daha fazla değer verebilirdin, dinleyebilirdin, konuşabilirdin, arayabilirdin. Beni kazanabilirdin. “BENİ” kazanabilirdin. - kaybettin.

Dostluklarıma ya da sevgililiklerime hesap kitapla değer biçtiğim dönemler 5-6 sene öncesinde kaldı benim; 16lı 17li yaşlarda. Çünkü -artık daha da- farkındayım ki Ahmet’in ve Mehmet’in bana verdikleri değeri, kendi değer yargılarımla ölçemem. Başkasını örnek gösteremem ölçmek için çünkü o da Sezen’dir. Beni kendilerince severler. Sorgulamak haddime düşmez. Hakedersem fazlasını verirler, o fazlayı da kendi sevme biçimleriyle verirler. Ararlar ya da aramazlar. Sorarlar ya da sormazlar. Ama ben onlara sarıldığım an, uçarım mutluluktan. Bilirim ki, onlar da mutludurlar.

Adam konuşmaya devam edecek. Yazacak, çizecek, sövecek, sayacak. Oklarının hedefi kalp olacak,tam on ikiden vurduğunu sanacak. Oysa bilmiyor ki, kabuğa geliyor attığı oklar. Kalp, içeride zarar görmeden bekliyor, taktuk ok seslerine sadece asabı bozularak. 

Bu blog çoğu zaman yalnızca etrafımdaki çok özel insanların bildiği şeylerle dolu bir blog. Feanor, Onur’un kimliğinden çok daha bağımsız, kendini çok daha rahat ifade ediyor. Kendini çirkin görmesinden tut, aynaları sevmemesine; eski sevgili için zırlamasından tut, canını acıtan küçücük şeylere… içini açıyor. Bazen de söyle(ye)meyeceği, hissetmediği, hissedemeyeceği şeyleri kurmaca hikayelerle anlatıyor. Gerçek hayatta tanıdıklarım, bana buradan yazdığım şeyler üzerinden hakaret ettiği zaman kanıyor işte yüreğim. O an soruyorum kendime, kimseyle tanışmasa mıydım blog üzerinden? Halihazırda tanıdığım insanlara vermese miydim adresi? Feanor=Onur olmasa mıydı hiç? Ama o zaman burada sevdiklerime de ulaşamazdım diyorum kendime sonra. Kızıyorum böyle şeyler düşündüğüm için.

Adam bilmiyordu ki, sözcükler onu içerse de onun için yazılmamıştı. Dünyanın merkezi, kendisinden çok daha başka şeylerle doluydu, kendi dev aynasının aksinde büyük adamdı ama, başkalarının gözlerinden yansıması ufacıktı. Adam kusacak ve kusacaktı, ama bir daha cevap alamayacaktı.

---

Görsel: deviantart

2 yorum:

üryan dedi ki...

aşkımcım bazı insaların böyle sanrıları vardır ne yazık ki..

son günlerde bana sıkça tavsiye edilen birşeyi ben de sana tavsiye ediyoum : SALLA gitsin..

Eminim ki bunu yapacak kadar sağlam bi insansın sen..


bi' de alakası olsun olmasın; ben senin çok seviyorum.. Niyesi bende saklı..
Haftaya anlatıcam ama söz..
Ve gül..
Gördüğüm en güzel gülüş seninkiydi çünkü..

feanor dedi ki...

/* üryan: Gülümsüyorum hala ben, merak etme sen. Bi buluşalım tekrar, bolca görürsün zaten :) */