11 Ocak 2010 Pazartesi

Kadın Kokan Erkekler


Kadın kokan erkeklere aşık oldum ben hep, bir başka ten kokusunun içine karışamayacağı kadar keskin kokulu erkeklere... Kendimi kandırdım, aşk var/acı yok - olsun diye; bedenlerin biçiminden, uzuvların uyumundan çok; sevmenin, dokunmanın, sevişmenin kutsallığına inanan bir erkek vardır diye. Acı var/aşk yok - oldu ardından.

Düşlediklerim, sanıyorum ki, ya zoru seçme çabasıydı, ya da acı çekme aracıydı.

Hayat ne kolay olurdu oysa; her elimden tutan bir parçam olsa; dokundukça kenetlensem, kenetlendikçe dokunsam... Birbirine, birbirini sarıp sarmalayarak dolanmış o duygu karmaşasını bir arada tutan şey olsa ‘sevgi’ benim için.

Benim sevgim, fark ettim ki; tek parçası eksik kalmış bir puzzle’a son parçayı takıp onu tamamlamak yerine; bir başka kutudan beğenip aldığım bir başka parçayı, uymayacağını bile bile itelemekti.

Ying ve Yang’ı uzuvlar olan bir başka erkek süsledi bugünümü, tüm haftama sinmişti zaten kokusu. Gözlerime her baktığında gözlerimi kaçırıp kızarırken, bana dokunduğunda dizlerimin titrediğini hissederken, ona son kez sarıldığımı fark edip gözlerimin dolmasını engellemeye çalışırken... bunların hiçbiri yoktu aklımda. O’nun dört yıldır sevgilisi yoktu zaten; teni tenime değdiğinde ikimiz de irkiliyorsak madem, ne sakalımı ne penisimi umursardı; atlatması gereken yüz binlerce çelişki yoktu hem, bir erkeği sevmek kolaydı, kolay olmalıydı... Olmalıydı!

Şimdi, başlamasına izin vermediğim bir ‘şeyin’ ardından oturmuş düşünüyorum da... O kapattığım, kilitlediğim kapım çalındığında; ne kadar da istekle koştum açmak için. Nasıl da unuttum yüreğimi saklayan o hanı neden kilitlediğimi; niçin her gece başka bedenlerde kaybolmayı seçtiğimi, neden üşüdüğümde beni saracak bir çift sevgi dolu kol aramak yerine, üstüme tanımadığım bedenleri çektiğimi.

Kapım çaldı ama, gelen bendim. Yalnızlığımın hem çaresi, hem de sebebiydim.


--

Görsel: Madrid'ten bir düşen melek heykeli...