24 Haziran 2011 Cuma

Sorular (?)


Uzun zamandır hayatında yer etmişlerin, aslında bildiğin gibi olmadıklarını öğrendiğinde yabancı mı olur tanıdıklar aniden? Ya da zamanla değişiyorsak; günler geçerken insanları daha mı fazla tanırız yoksa yabancılaşır mıyız onlara? Yelkovan ilerledikçe çoğalıyor muyuz, yoksa eksiliyor muyuz?

Unutmaya kıyamıyorum gördüklerimi... Herhalde, “her halde” çok seviyor olmamdan. Ya da boşversene, kim kimi her haliyle seviyor ki? Sevgilisi her şeyiyle mükemmele yakınken, ağız şapırdattığı için sevgilisinden ayrılan bir arkadaşım vardı benim.

İçimde öyle bir “şey” var ki, “SEVİN BENİ!” diye bağırıyor, öznesi yok. Bazen de “SEVSİN BENİ!” diyor, özneli mözneli, işveli işveli. Neden bu kadar açım aşka? Bu kadar açken neden bu kadar zor? Oysaki beklentilerim o kadar yüksek de değil; Amerikan romantik komedilerinden özenerek, biraz Yeşilçam filmlerini, biraz da masalları kendimce yontarak; beyaz atsız ve prens olmayan bir adam istiyorum... o kadar zor mu? Evet mi? N’ayır, n’olamaz.

Ya sevilmesem ne olur? Sevilmesen? Sevişmesek? Sevmekten başladık, sevişmekten çıktık. İkisi de bir değil mi? Eh... bazen. Sevişmeyince duvarlara tırmanıyorum, hepsi bu. Sevişmiyorum da. Gösteriyorum ama vermiyorum, annem öyle dedi. Oyunlarda fare miyim kedi miyim bilmiyorum; Tom ve Jerry’e inanmıyorum ama bir güç var, biliyorum.

Yorulmadın mı? Yorulmadık mı? Mesaj atacak mı diye bekliyorum. Atınca kızıyorum. Atmayınca kızıyorum. Sessizken susmuyorum, konuşunca susuyorum. Ben yoruldum. Yordun beni. Yoğurdun.

Gurur dediğimiz şey ne? Nereden başlar, nerede biter? Bir insanı kaç defa affedebilirsin? Peki ya bir kere daha affeder misin? Ya aklından çıkmıyorsa, ama gerçekten, hiç çıkmıyorsa, ne yaparsın? Ve ardından Eternal Sunshine of the Spotless Mind geyiği: “Sildirir miydin abi?”,“Sildirmezdim amk”, “iyi beynini s.kmeye devam et o zaman!”, “Peki.”

İnsanlarla tanışıyorum. Erkekler bana aşık oluyor bazen, Feriha’ya rağmen. Erkeklerden kolay hoşlanırım ben, gözleri güzelse mesela; ya da güzel gülümsüyorlarsa; ama iş ciddiye binmeye başladığında kolay değil o kadar, kolay aşık ol(a)mam çünkü. Sarhoşken öpüştüğüm her erkekle sevgili olsaydım işim çok zor olurdu. O yüzden itiyorum. Geçen hafta tanıştığımız çocuğu da ittim. “Benimle olmak istiyormuş...” Ne yapsaydım? Başka birini severken boşluk doldurmaca... Adeta cumartesi bulmaca ekleri. Yo, o günler çok eskilerde kaldı. İşin adı tiryakilikse, dudak tiryakisiyim; orospuluksa, dudak orospusu. Daha fazlası değil.

Merhaba, benim kafam çok karışık. Biraz öpüşelim, sonra gidin; elbiselerimizi çıkarmayalım, yatağa uzanmayalım, tadında bırakalım, devam etmeyelim.

Çünkü aşk Aşil Topuğum benim. Beni vurduğunuzda çok acıtıyor, vurmadığınızda daha çok. Ya da tam tersi... yine de acıdan kaçış yok.

- - -
Görsel: Deviantart; Who Am I? by nocturnal-schism
Şarkı: Grooveshark; Great Lake Swimmers - Backstage with the Modern Dancers

7 Haziran 2011 Salı

GÖB!


1,5 aydır evden sadece okula gitmek için çıkıyorum; sunum yapmaya, demo göstermeye ya da sınava girmeye… Sabah itibariyle fark ettim de göbeğim bu süreç içerisinde adeta ikinci bir kişilik olmuş; öyle ki artık o da bir birey, adını da Feriha koydum.

Bu arada "Haksızlığın karşısında susan dilsiz şeytandır" nasıl cuk oturmuş yareppim. Seni seviyoruz Nuray Mert, ama Bahçeli kadar değil, çünkü o 40 yapıyor.

O değil de bu ayın sonunda True Blood 4. Sezon başlayacak lan; diş görücez, kan görücez, g.t görücez! Üstelik vampir g.tü: ULTRA GÜZEL. (Kutsal Kase Alexander Skarsgård'ın kasesiymiş diye duydum da ben, o bakımdan.)

Bal gıdıktan öpüyoruz; ben kendim ve Feriha...

Mucuku!

- - - 

Görsel: deviantart; Fat Lady by mrs-allonby
Şarkı: grooveshark; Cake- Never There (3 öğün dinleyiniz)

1 Haziran 2011 Çarşamba

Uzun Uzun Sahneler ve/veya Kısa Kısa Yaralar...

 

Kafasında bir tiyatro sahnesi kurmuş, sahnedeyse kendisi var. Hiç kimseye kaptırmadığı başrolü yanına yardımcı oyuncular çağırıyor geçmişinden. Bunu hep yapıyor – acı vereceğini bilse de yapıyor, bazen de acı vermesi için yapıyor.

* * * 

“Boşuna çalışma,” diyor adam; “sen ne kadar uğraşırsan uğraş İstanbul’u kazanamayacaksın. İtiraf et kendine yavrum, onlar kadar zeki değilsin, olamayacaksın…”

İÇİNDEN: “Gerizekalı olduğumu, onlardan daha iyi olmadığımı yüzüme vuruyor. O da biliyor. Kendime inanmıyorken, o bana neden inansın? Tabii ki kazanamayacağım; tabii ki bu tımarhanede, Adana’da, hapsolacağım; duyacağım: gay, top, ibne, nonoş…”

DIŞINDAN: “Bilmem, elimden gelenin en iyisini yapayım da…”

Yaptı. Gece yarısı yatıyorken sabahlara kadar uyumamaya başladı. Başardı. İnternet kafede haberi aldıktan sonra hayatındaki herkese sarıldı, bir tek babasının kolları boş kaldı, bir tek onunla kutlamadı.

* * *

3 aydır görmemiş sevgilisini; kollarını açmış - koynunu ardından… “Çok kilo almışsın,” diyor Çocuk, suratında tiksintiyle, “göbeğin gerçekten çok kötü görünüyor, kilo versene?”

İÇİNDEN: “İğrenç göründüğünü biliyordun – biliyorsun. Niye şaşırıyorsun? Şişmansın, kocamansın, obez olacaksın, karnın o kadar büyük ki sevgilinin bile midesi bulanıyor senden, suratın patates gibi. Böyleyken seni neden beğensin? Neden istesin?”

DIŞINDAN: “Aslında o kadar da almadım… Ama biliyorum, kötü görünüyor; bir şeyler ayarlarım, söz!”

Ayarladı. O akşam kustu yediklerini. Ertesi gün kendini aç bıraktı. 8 kilo verdi ardından. Ayrıldıklarında 10 kilo aldı. 6 kilo verdi sonra bir başka ölüm diyetiyle, ardından 9 kilo geldi. Ekstra küçük kilolar biriktikçe birikti. Her bir yağ parçası midesini bulandırıyor şimdi, iskelet gibi olmak istiyor, iskelet gibi olanlara özeniyor.

* * *

“Senden önce hiçbir erkekle birlikte olmayı denememiştim, şimdi o kadar hoşuma gidiyor ki bu durum, yolda yürürken kızlar yerine erkeklere bakar oldum… denesek mi?”

DIŞINDAN: “Paylaşabilecek misin ki beni?”

İÇİNDEN: “BENİ BIRAKACAK! Benden ayrılacak. Çünkü artık ona yetemiyorum. Tek bir kişiyle neden yetinsin ki? Ne yapabilirim gitmemesi için? İstediği şeyi vermeli miyim? Grup seksi kabul etmeli miyim?”

Etti. İlk denediklerinde sevgilisi 3.ye dokunduğunda ağlamaya başladı. Yapamadılar. Bir koca sene geçti ardından. Bir kere daha denediklerinde 3.ye kendisi dokundu bu sefer; dokundu ve sevdi onu. Yatak oyunları fazlaydı o günlerde onun için, bedenini paylaştığında duyguları aşka yoğruluyordu.

* * * 

“Seni aldattım,” dedi İtalyan, “hiçbir şey olmayacağına söz verdiğim eski sevgilimle, üstelik bir kere değil, daha fazla; gözlerine baka baka yalan söyledim… Özür dilerim.”

DIŞINDAN: “…”

İÇİNDEN: “Neden yetemedim ki? Bende eksik olan ne var? Eski erkek arkadaşı benden daha mı yakışıklı? Yatakta daha mı iyi? Eski sevgilisi onu aldatmadı mı? Yalanlar söylemedi mi? Tartıştıklarında yumruklamadı mı? Ama üzgün görünüyor, affetmeli miyim? Güvenmeli miyim?“

Güvendi ve affetti. Bir kere daha aldatıldı ardından; yine güvendi, yine affetti. Ardından bir kere daha. Siktiri çekti bu sefer, ama yıkıldı ardından, hala da kalkamadı; onu sahnede yerde sürünürken görebilirsiniz şimdi.

Hepimiz yaralıyoruz birilerini, birileri yaralıyor bizleri. Herkes herkesi acıyla büyütüyor çünkü, pembe dünyalarda kimse büyüyemiyor.

Yukarda yazdıklarım ve fazlası, bugüne kadar kafamı sürekli yoran şeyler; geçmişten karakterler çıkarıp onları konuşturmak; o anları tekrar ve tekrar yaşamak… 

Kendimi sevmeye başlamak istiyorsam, tiyatromu kapatmam gerektiğini fark ettim. Bunun üzerine düşünüyordum kaç gündür… Buraya yazdım, “kustum” ve terk ettim.
Bu oyunun farklı bir versiyonu var bir de; o karakterlerle gelecekte karşılaşmamın planlarını yaptığım bir oyun; tiyatro değil de, sinema sahnesi bu sefer... Ben ne söyleyeceğim, onlar ne söyleyecek; nasıl giyineceğim, nasıl davranacağım ve dahası… 

Her şey daha güzel olacak, biliyorum. Sadece zamana ihtiyacım var; kendimi dinlemeye, meditasyon yapmaya devam etmeye, acıdan kaçarak değil acıyı yaşayarak büyümeye…
Olacak, olacak…

Not: Kapanmadan önce, sinemamıza da bekleriz.

- - -

Görsel: deviantart;  The Hospital Theater by arielx92
Şarkı: Gayngs - The Gaudy Side of Town