28 Kasım 2009 Cumartesi

Memleket "Özlemi"

*
Erasmusla geldiğim bu ülkeden (İsveç) öğrendiğim, hayatımda büyük değişiklik yaratan bir şey var. Bunu bir slogan olarak söylemem gerekirse; “Başka bir dünya mümkün!”

Çok değil, bundan sadece bir buçuk hafta önce; hayatı boyunca LGBTQ(**) hareketlerinde “gizli kimliğim” açığa çıkar, gazeteciler çeker, eş-dost-akraba görür, sonra elalem ne der korkusuyla yer almamış olan ben; Transgender Memorial Day’e katıldım. Linköping’in şehir merkezinde; meydanın tam ortasında, herkesin baktığı o koca pankartı ben taşıdım. Mumlar yakıldı dünyada ölen/öldürülen/ezilen/biçilen her bir travesti/transseksüel için. Rüzgar esti söndürdü ortada başıboş bıraktığımız mumları; yaktık hepsini tekrar; sardık üstlerini ellerimizle; sahiplendik, rüzgar gelip söndürmesin onları diye.

Çok değil, bundan yalnızca bir hafta önce okulumuzda LGBTQ kongresi oldu. İsveç’in dört bir yanından ‘transgender’lar, eşcinseller gelip okulumuzda konferans verdiler. Düşünün; aktivist transseksüeller okulumuza geldi; ve konferans verdi. Okulun klübüyle beraber bu organizasyonda görev aldım; yemek pişirmelerine yardım ettim; akşam yemeğinde diğer şehirlerden ve ülkelerden gelenleri ağırladım; düzenlenen partilere katıldım.

Yurdum okulu(n)/(m)da hala bir takım insanlar içki içeni, kürtçe şarkı söyleyeni, nü resim çizeni, punkları, piercing takanı döverken; mini etek giyene laf atar, "kaşar" damgası vururken; yurdum ülkesinde hala nice travestiler/transseksüeller çığlık çığlığa öldürülür ve bir allahın kulu yardıma koşmaz; polisler ancak cinayet bittikten sonra olay mahalline “yetişebilirken”; ” Taksimde 19 yaşındaki kız tecavüze uğradı” haberinin altına bir takım şerefsizler, “19 yaşındasın ne işin var o saatte barlarda”, “Anası babası ne biçim insanlar?”, “Allah korkun olsaydı bunları yapmazdın, başına da bunlar gelmezdi.” yazar, hatta bazıları pişkinlikle “Oh olsun, haketmiş!” diye eklerken... olurken... biterken...

Bir ülkenin herhangi bir şehrinde, insanların nasıl bir bütün halinde; heteronormativiteden nasıl da uzak yaşadıklarını; ailelerin lezbiyen/gay çocuklarının 20 yaşında sevgilisiyle eve çıkmalarını nasıl yadırgamadıklarını; kızlarının gece 3e kadar barlara mini etekle gitmesine izin verdiğini ve erkeklerin bırakın tecavüz etmeye kalkışmayı laf bile atmadıklarını gördüm.

İnsanı cinsel tercihine ya da bakireliğine göre yargılamayan bir toplum mümkün. Namusu, evlenmeden önce bilmem kaç kişiyle cinsel ilişkiye girdikten sonra; karısının bacak arasının ona “ait” olmasıyla bağdaştırmayan erkeklerden oluşan bir toplum mümkün. (bakınız: FilmMor Kadın kooperatifinin "Namus nedir?" adlı kısa araştırma filmi.)

Böyle bir ülkeden Türkiye’yi ziyarete gelen turistleri, Marmariste süper markette uluorta elleyerek, lezbiyenim denildiğinde “ i fuck can yu and her thiz night” diye-bile-rek; otellerine kadar beş kişilik grup halinde takip ederek ne kadar misafirperver bir millet olduğumuzu göstermek de mümkün.

“Türk’ün Türk’den başka dostu yok” denir ya hep; kahkahalar eşliğinde tanıştıktan sonra, “nerelisin? “ sorusuna “Türkiyedenim” dediğinde, karşındaki kadının orada az kalsın tecavüze uğradığı için suratını asması, sana nefretle bakması da mümkün; gay olmana rağmen.

Dostlarımdan ve ailemden, ve bir de İstanbul’un güzelliğinden başka; nedir ki bana memleketimi gerçekten özlettirecek sebep?


* Görsel/Photograph: Deviantart - ShortAxel
**LGBTQ: Lesbian-Gay-Bisexual-Transgender-Queer

25 Kasım 2009 Çarşamba

Uzun Zaman Sonra...



Bu satırları Linköping’teki evimde oturmuş, çayımı yudumlar ve deviantArt’taki yorumlara bakarken yazıyorum. Geri dönmenin vakti gelmişti sanki, devArt’a dönmenin vakti geldiği gibi... Hazirandan beri uğramamışım bu karanlık yere, içimi dökmemişim; dökmeden de yapabilmişim; ne mutlu!

Neden sustum?

En önemli nedenlerden biri ‘O’ artık görmesin diyeydi. Bilmesin ne hissettiğimi, acı çektiğimi hala; ‘O’ çoktan farklı bir yolda yürür ve ardında bıraktıklarını düşünmezken...

Bir diğeri, ‘diğerleri’ görmesin diyeydi. Bundan sonra tanıştığım hiçbir gay’e blogumdan bahsetmemeye kararlıyım. Aylar önce hissettiğiniz her bir acı; misli misli geri dönüyor kıskançlığın ardından çünkü. Kimisi elleriyle kazıyor pıhtısını yaranın; tekrar ve tekrar kanatmak için; kimi zamansa keşfetmeleri yetiyor; yaram zaten kanamaya meyilli. Beenmaya'nın sözüne uyup yaşamaya çalışıyorum artık bu yüzden; "unutmak" diye bir şey yok; "daha nadir hatırlamak" var. Ve "daha nadir" hatırlayana kadar, kimse girmeyecek hayatıma.

Bir diğer neden ise; 'ben' görmeyeyim diyeydi. Uzaklaşmak istedim biraz ‘O’nunla dolu sayfalardan, hayatımdan. Hani ben ‘her şeyi’ ardımda bırakıp geldim ya İsveç’e; blogu da ardımda bırakayım istedim.

Birileri bir şeyleri görmesin diye kaçmak ne anlamsız oysaki. Gönül bildikten sonra neyin ne için acıttığını; sen/ben/o görmüş; ne çıkar, değil mi?

Bir mahlasa veda ettim bugün ben, bunca zamandır O'nu andığım isme. ‘O’ benim yolumun yoldaşı değil artık çünkü; yoldaş olduğumuz zamanların mahlası da ona ait değil bu yüzden...

...

O değil de neyi fark ettim biliyor musun blog? Özlemişim!

Sınavlar, projeler, makaleler ve gezilecek tonlarca şehir derken; yorum yazmayı aksatırsam affola; ama tam teşekkül buradayım artık.

Umarım hoşgelmişimdir; hoşbuldum çünkü...